0

Makaleler » Blog

Geleneksel Çin Tıbbından Günümüze: Alıç Meyvesi

Gülgiller ailesinden olan alıç bitkisinin (Crataegus sp.) anayurdu henüz bilinmemekte olup, ülkemizde de yaklaşık 20 türü yetişmektedir. Alıç meyvelerinin rengi sarıdan kırmızı-koyu kırmızı veya siyaha kadar değişmektedir ve tatlı ekşi bir tada sahiptirler [1]. Yüzyıllar boyunca alıç meyvesi sindirim problemleri, kalp yetmezliği ve yüksek tansiyon için bitkisel bir ilaç olarak kullanılmıştır. Hatta geleneksel Çin tıbbının da önemli bir parçasıdır. Kalp Dostu Alıç bitkisi sağlığa faydalı bileşiklerle doludur. Bu bileşiklerin kalp sağlığını arttırdığı gösterilmiştir. İçeriğindeki flavonoidler kan akışını iyileştirir, kan damarlarını hasarlara karşı koruma sağlar ve kan damarlarını genişletmeye yardımcı olur [2]. Alıç içerisinde bulunan diğer kimyasal besin ve bileşiklerden birkaçı ise; Quercetin, kolin, asetilkolin, klorojenik asit, B1 vitamini, B2 vitamini, C vitamini, kalsiyum, demir, fosfor [3].

devamı için tıklayın

Sindirim Sisteminize Destek Beslenme Önerileri

Gaz, şişkinlik, mide ekşimesi, bulantı, kabızlık veya ishal günlük hayatınızın bir parçasıysa, yalnız değilsiniz. Günümüz toplumunda bu acı ve rahatsızlık verici sorunlar günlük rutinimizin bir parçası haline gelmiştir. Bu sorunları paylaşıp çözüm bulmak yerine genelde bunlar hakkında konuşmamayı tercih ederiz. En sık karşılaşılan sindirim sistemi sorunları arasında ishal, kabızlık, huzursuz bağırsak sendromu (IBS), iltihaplı bağırsak hastalığı (IBD) ve mide ekşimesi yer almaktadır. Bunlar arasında sağlıksız yaşam tarzı, yetersiz beslenme, gıda hassasiyeti gibi etmenler bulunmaktadır. Buna neden olan pek çok sebep olduğu gibi, sindirim sistemini düzenlemeye yardımcı pek çok yol da mevcuttur. Diyetinize Probiyotik Gıdalar İlave Edin Yoğurt, laktik asit bakterileri tarafından mayalanmış sütten elde edilir. İçeriğinde probiyotik olarak adlandırılan, sindirim sisteminizde yaşayan ve sindirim sisteminizi iyileştirerek bağırsaklarınızı sağlıklı tutan dost bakteriler içerir [1][2]. Probiyotikler bağırsaklarınızda doğal olarak bulunur ancak yoğurt gibi yiyeceklerle alımını artırmak sindirimi kolaylaştırabilir [3]. Probiyotikler şişkinlik, kabızlık, ishal gibi sindirim sorunlarına yardımcı olurken laktozun sindirimine de katkıda bulunduğu gösterilmiştir [4]. Marketlerde satılan yoğurtların hepsi probiyotik içermez, satın alırken ürünlerin içeriğine bakmak önemlidir.

devamı için tıklayın

Güçlü Bir Antioksidan Kaynağı: KAHVE

Kahvaltı yapar yapmaz kahveyi ocağa koyarız. Hatta millet olarak kahveye o kadar düşkünüz ki günlük bir öğünümüzü kahveden esinlenerek “kahve altı” yani kahvaltı koymuşuz. Sohbetlerimizin en büyük eşlikçisi yine kahvedir. Akşam yemeklerinden sonra çayımızdan önce yine mutlaka kahve içeriz. Günlük hayatımızın bir parçası olan kahvenin sağlığa yararları olduğunu biliyor muydunuz? Gelin şimdi hem günlük hayatımızın bir parçasını yakından tanıyalım hem de sağlığımıza yararlı etkilerine hep beraber bakalım. Kahve, Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, İspanya ve Norveç dahil olmak üzere birçok ülkede diyetteki bir numaralı antioksidan kaynağıdır. Kahve çekirdekleri fenolik antioksidan bileşikler içerir. İçeriğinde bulunan klorojenik asit, kahvenin en güçlü antioksidan bileşiklerinden biridir. Ayrıca kahvenin antioksidan aktivitesinin kavurma derecesine göre değiştiği görülmüştür. Orta kavrulmuş kahve için maksimum antioksidan aktivite ölçülmüştür [1].

devamı için tıklayın

Hoş Kokusunun Yanında Faydalarıyla : GÜL

Evimizde dekoratif olarak kullandığımız, merhemini, suyunu, yağını kullandığımız kokusuyla mest olduğumuz gülü örneğin gül çayı yada gül şerbeti olarak mutfaklarımızda da kullanırız. Sadece ısınmak yada ferahlamak için içtiğimiz güllü içeceklerin sağlığımıza birçok yararı bulunmaktadır. Gelin bu güzel çiçeğin yararlarına yakından bakalım. Tarihte Gül İnsanlık tarihi boyunca gül, sevgi, saflık, bağlılık, ilham, güzellik, zerafet, şefkat, maneviyat ve duygusallığın sembolü olmuştur. Orta Asya’dan çıktığı ve Çin, Hindistan, Pers, Asur, Mısır, Yunanistan ve Roma’nın eski tıbbi metinlerinde bahsedildiği düşünülmektedir. Gül, her zaman kültürleri estetik, ekonomik, tıbbi, dini ve manevi olarak etkilemiştir. Bu ilişkinin çoğu bilimsel olmayan halk geleneklerine ve hikayelerine dayanmaktadır. Ancak gülün duygusal bedenin yanı sıra fiziksel beden için de kanıtlanmış faydaları vardır. Gül çiçeklerinin güzellikleri ve kokularıyla ödüllendirildiği söylenir; taç yaprakları, yaprakları ve gül tohumu (tohumları içeren etli meyveler) reçel yapılmış, gıda ve ilaç sanayisinde kullanılmış, yağlar ve merhemler ise kozmetikte kullanılmıştır [1].

devamı için tıklayın

Stresi Gidermek İçin: Portakal Yağı

Portakal Esansiyel Yağı, Travma Sonrası Stres Bozukluğu Tedavisi İçin İlaçsız Bir Alternatif Olabilir Afet olayları, kazalar, yakın olunan birinin kaybı gibi travmatik olayları tecrübe etmiş ya da bu olaylara şahit olmuşsunuzdur. Genellikle bu olayların üzerinizdeki etkisi zamanla azalır, hayatınız normal seyrinde devam eder. Ancak bazı kişiler yaşanan olayın üzerinden aylar yıllar geçse bile düzelemeyebilir, travmadan dolayı stres ve kaygı duymaya devam ederler. Bu stres, sanrılar ve kabuslar ile daha çekilmez hale gelebilir. Kişi konsantre olma, uyuma, rahatlama gibi basit eylemleri gerçekleştirmede zorluk yaşayabilir, buna travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) denir [1].

devamı için tıklayın

Kolesterolün Düşürülmesinde BERGAMOT

Bergamot reçeli, bergamotlu çay ülkemizde oldukça tüketilir. Her ne kadar bergamot meyvesi bulunması zor olan bir naranciye ürünü olsa da ülkemizde bergamotlu çay oldukça yaygındır. İçtiğimiz çaya hem tat katan bergamotun sağlığımıza yararlı etkileri vardır. Gelin bergamotu birlikte yakından tanıyalım. “Bergamot“, acı portakal ve limon melezi olarak tanımlanan Rutaceae ailesine ait bir bitkidir. Calabria bölgesinin (İtalya’nın güneyi) endemik bir bitkisidir. Bergamot meyvesi temel olarak parfüm, kozmetik, gıda ve şekerlemelerde kullanılan uçucu yağı eldesi için kullanılır. Bergamot uçucu yağının uygulamaları üzerine yapılan klinik araştırmalar, özellikle aromaterapi alanına odaklanmakta olup, kullanımının kaygı ve stresi azaltmak için yararlı olabileceğini göstermektedir [1].

devamı için tıklayın

Yeni Başlayanlar İçin Ketojenik Diyet: Nedir, Nasıl Yapılır, Sağlığa Faydalı mıdır?

Ketojenik diyet veya kısaca keto diyeti, düşük karbonhidratlı bir beslenme programı olması nedeniyle yağları daha etkili bir şekilde yakmanıza yardımcı olabilecek bir diyettir. Sağlığınıza iyi geldiği ve kilo vermede yardımı olduğu konusunda pek çok bilimsel kaynaklı çalışma bulunmaktadır [1][2][3]. Ketojenik diyet açlık yaşamadan etkili bir şekilde yağ yakmanıza yardımcı olduğu için hekimler tarafından da önerilmektedir. Yaklaşık Bir Asırdır Uygulanan Bir Yöntem Son yıllarda popülerliği artmış olmasına rağmen, ketojenik diyet sanıldığı gibi yeni bir trend değildir. Tıpta, özellikle çocuklarda, ilaca dirençli epilepsiyi tedavi etmek için neredeyse 100 yıldır kullanılmaktadır. 1970’lerde Dr. Atkins’in hastalarına kilo verdirmek için uyguladığı iki haftalık düşük karbonhidratlı sıkı ketojenik diyet ile popülerleşmeye başlamıştır.

devamı için tıklayın

Avokado Yağının Büyük İhtimalle Daha Önce Duymadığınız Sağlık Faydaları

Avokado meyvesinin etli kısmı sıkılarak elde edilen avokado yağı, sayısız kullanımın alanıyla harika bir besin maddesidir. Bazı insanlar avokado yağını esansiyel bir yağ olarak adlandırır, ancak yapısı ve elde edildiği etli meyve kısmından dolayı uçucu konsantre esansiyel bir yağ değildir. Mutfakta tüketilebilir olmasından, kişisel hijyen ve kozmetik alanlarda uygulanabilirliğine kadar geniş yelpazede bir kullanıma sahiptir. 1 yemek kaşığı avokado yağında: 124 kcal kalori 0 g karbonhidrat 14 g yağ 1.6 g doymuş 9.9 g tekli doymamış 1.9 g çoklu doymamış 134 mg Omega-3 1754 mg Omega-6 bulunur [1].

devamı için tıklayın

Bağışıklık Sistemini Destekleyen ve Sakinleştiren : PAPATYA ÇAYI

Papatya herkesin çok sevdiği çiçeklerden biridir. Hatta papatyadan o kadar çok etkilenilmiş ki; şarkılarda sevgiliden bahsederken ‘papatya’ olarak tanımlanmıştır. Özellikle son yıllarda, insanlar değişen yaşam koşulları ve yapılan diyet ve spor ile birlikte; günlük diyetine en az bir bardak bitki çayı eklemiştir. Genellikle seçilen bitki çaylarından biri de papatya çayıdır. Çok fazla tüketilmeye başlayan papatyanın sağlığımıza ne gibi bir faydasının olduğuna gelin hep beraber bakalım. Tarihte Papatya Kullanımı ve İçeriği Papatya insanlığın bildiği en eski şifalı bitkilerden biridir. Mısır firavunları dönemine dayanan bir geçmişi olan Papatya, bugün fitoterapide kullanılır ve şüphesiz gelecekte de kullanılmaya devam edilecektir (1). Papatya çayının yanı sıra papatya esansiyel yağları kozmetikte ve aromaterapide de yaygın olarak kullanılır (2). Papatya, Asteraceae veya Compositae familyasının bir üyesidir ve Chamomilla recutita, Matricaria chamomilla ve Chamaemelum nobile gibi çeşitli çeşitlerle temsil edilmektedir. Avrupa’da papatya çayı yaygın olarak tüketilmektedir. Papatya çayı, kurutulmuş çiçek başlarından demlenir. Ana bileşenler fenolik bileşikleri, özellikle de aponoenin flavonoidleri, kersetin, patuletin ve luteolini içerir. Uçucu yağın ana bileşikleri, chamazulen dahil olmak üzere terpenoidler alfa-bisabolol ve azulenlerdir (3).

devamı için tıklayın

Kısa Bir Ketojenik Diyet Rehberi: Sağlık Faydaları Nelerdir, Kimler Uygulayabilir?

Ketojenik diyet ile ilgili bir haberle karşılaşmadığımız, hakkında konuşulmayan bir gün geçmiyor gibi. Dolayısıyla hala tartışmalı ve fazlasıyla bilgi kirliliğine sahip bir konudur. Keto-diyet özetle yüksek yağlı düşük karbonhidratlı bir beslenme planı olduğundan vücudunuzun tercih ettiği enerji kaynağının yağ olmasını sağlayan bir beslenme şeklidir. Sanıldığının aksine et sevenlerin yönelebileceği yüksek proteinli bir diyet programı değildir. Çok düşük seviyede karbonhidrat, az miktarda protein ve büyük çoğunluğunun yağdan oluştuğu bu beslenme şeklinde tereyağı, fındık yağı, hindistancevizi yağı gibi sağlıklı yağlar odak noktasıdır. Bilimsel Çalışmalarla Kanıtlanmış Sağlık Faydaları Kilo Vermenize Yardımcı Olur: Açlık durumu diyet programlarının en can sıkıcı yan etkilerinden biridir. Birçok kişinin programı yarıda bırakması veya vazgeçmesinin sebebi budur. Ancak düşük karbonhidratlı diyetin temel getirilerinden biri iştahı azaltıyor olmasıdır. Çalışmalar, karbonhidrat tüketimini kesip protein ve yağa yönelen kişilerde kalori alımının azaldığını göstermiştir [1]. Kalori alımının azalmasıyla kilo kaybı da kaçınılmaz bir fayda olmaktadır. Yine çalışmalar gösteriyor ki düşük yağlı diyetlerin aksine düşük karbonhidratlı diyetler kilo vermeyi daha kolaylaştırmaktadır. Çünkü düşük karbonhidratlı diyetle birlikte aç kalmadan vücudunuzdan fazla suyu atmış ve insülin seviyelerinizi düşürmüş olursunuz [2][3][4][5].

devamı için tıklayın

Sağlıklı Saçlar İçin Önemli Bir Yapıtaşı: Keratin

Keratin; saçınızı, cildinizin dış katmanını ve tırnaklarınızı oluşturan sert bir protein türüdür. Ayrıca iç organlarınızda ve salgı bezlerinizde de bulunabilmektedir. Keratin, vücudunuzun ürettiği diğer hücrelere göre dış darbelere daha dayanıklı, çizilmeye veya yırtılmaya daha az eğilimli, koruyucu bir proteindir. Keratin eksikliği saç dökülmesine, cildin sarkmasına ve tırnakların kırılmasına neden olabilir. Bu nedenle vücudunuzda keratini arttırmak; kırılgan tırnaklara veya kırık güçsüz saçlara daha fazla esneklik, güç ve parlaklık kazandırmaya yardımcı olabilir [1]. Keratin seviyeleri stres, kötü beslenme, UV radyasyonu ve diğer faktörler nedeniyle düşebilir. Saçınıza sık sık ısıl işlem uygulamak, saç düzleştirici kullanmak saçınızdaki keratin liflerinin yapısını değiştirebilir ve zarar verebilir [2]. Keratin içeren ve keratin üretimini destekleyen besinler açısından zengin bir diyet ile keratin ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.

devamı için tıklayın

Kokusuyla Büyüleyen YASEMİN

Yasemin ilk önce sadece bahçelerimizdeydi yada parfümlerimizin içinde kokusu vardı. Sonra bu güzel çiçeğin yağını kullanmaya başladık. Daha sonra bu güzel kokulu ve estetik bitkiyi çay olarak mutfaklarımıza almaya başladık. Özellikle son zamanlarda yasemin çayı olarak tüketmeye başladık. Yavaş yavaş mutfaklarımıza çay olarak girmeye başlayan bu güzel kokulu estetik çiçeğe gelin birlikte yakından tanıyalım. Oleaceae familyasına ait yasemin çiçeği 200’den fazla türe sahip olan dünya genelinde ılıman yerlerde yetiştirilmektedir. Yasemin ağacı, Afrika, Avustralya ve Güneydoğu Asya gibi tropikal ülkelerden alınmıştır. Şu anda, Yasemin ağaçları tüm dünyada yetişmektedir. Güzelliğin, derin şefkatin, mutluluğun ve zerafetin simgesi olarak kabul edilir. Birçok ülkenin ulusal çiçeğidir. Büyüleyici kokusundan dolayı parfüm endüstrisinde yaygın olarak kullanılır. Yasemin aromasının hayati bileşeni, fitokimyasalların ve alkollü bileşiklerin birleşmesinden kaynaklanmaktadır [1].

devamı için tıklayın

Mürdüm Eriği

Erik, tarihin en eski zamanlarında insanlar tarafından yetiştirilmiş ilk meyvelerden biri olabilir. Neolitik dönem arkeolojik yaşam alanlarında zeytin, üzüm ve incir ile beraber erik kalıntıları da bulunmuştur. Erik hakkında bilinen en eski veriler M.Ö 470 yıllardaki Çin tarihine dayanmaktadır. Avrupa’da erik yetiştiriciliğinin ise 2000 yıl öncesine dayandığı düşünülmektedir. Antik Roma döneminde 300 çeşit erik tanımlanmıştır [1]. Ülkemizde can erik olarak bilinen yeşil erik popülerken mürdüm eriği de yaygın olarak yetiştirilmektedir. Mürdüm eriği diğer erik türlerinin gölgesinde kalmış olsa da; taze olarak meyvesi yenebileceği gibi, harika rengiyle tatlılarınıza lezzet ve hoş görüntü katmakta kullanabileceğiniz veya reçel, marmelat, meyve kurusu olarak tüketebileceğiniz tatlı bir meyvedir. B2 ve C Vitaminleri Bakımından Zengin Mürdüm eriği yüksek şeker içeriğinin yanı sıra, C ve B2 (riboflavin) vitamini ile diyet liflerince zengin ve ayrıca önemli miktarda potasyum, fosfor, bakır, magnezyum gibi mineraller içermektedir. Bunların yanı sıra mürdüm eriğinde harika antioksidan bileşikler bulunmaktadır [2]. Mevsimsel beslenmenin önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Yazın sonlarına doğru lezzetinin üst noktalarına ulaşan bu meyveyi tüketmenin faydalarına gelin hep beraber bakalım:

devamı için tıklayın

Son Zamanların En Popülerlerinden Bir Çok Faydasıyla “Avokado”

Avokado; tostları, smoothieleri, hatta puding tarifleri ile son zamanlarda popülerliği epey yükselmiş, kremsi yapıda ve yeşil renkte olan bir meyvedir. Avokadoların meyve olduğunu öğrenmek sizi şaşırtabilir, yer yer tüketilme şekline göre sebze olarak düşünülebilmektedir. Ancak avokado, etli gövdesi, büyük tek tohum içermesi ve bir ağacın ürünü olması nedeniyle botanikçiler tarafından bir meyve olarak kabul edilmektedir [1]. Bu popülerliğinin yanı sıra bilinmeyen pek çok sağlık yararına ve zengin besin içeriğine sahiptir. Vitaminler, Lifler, Sağlıklı Yağlar ve Daha Fazlası Bir Arada Avokadolar “süper gıda” olarak kabul edilir ve çeşitli besinler, lifler, vitaminler (K, C, B, E vitamini), potasyum, folat ve mineraller bakımından zengindir. Ayrıca sağlıklı olduğunu bildiğimiz tekli doymamış yağ asidi kaynağıdır. Bir porsiyon (yaklaşık 100 gram) avokadoda 160 kalori, 2 gram protein ve 15 gram kalp dostu yağ bulunur [2] Bu yağın üçte ikisi tekli doymamış yağlardır ve içeriğindeki meyve şekeri (früktoz) çok düşüktür. Avokado en önemli olarak, fitosteroller, karotenoidler ve flavonoidler gibi bağışıklık sistemini güçlendirici eşsiz organik bileşikleri içerir. Kolesterol ve sodyum içermez [2].

devamı için tıklayın

RESVERATROL ’ÜN HAYATIMIZDAKİ ÖNEMİ

Üzüm ülkemizde çokça tüketilen, pekmezi, pestili, şerbeti yapılan bir meyvedir. Tazesinin bulunduğu aylarda tazesini yediğimiz kurusunun bulunduğu aylarda kurusunu yediğimiz bu meyvenin yapısında bulunan “resveratrol” sayesinde sağlığa birçok yararlı etkisi vardır. Şimdi “resveratrol”ü yakından hep birlikte tanıyalım ve sağlığımıza ne gibi yararları varmış birlikte öğrenelim. Resveratrol nelerde bulunur? Resveratrol ilk olarak esas olarak Japonya ve Çin’de bulunan Polygonum cuspidatum‘un kurutulmuş köklerinden, temel etken madde olarak tanımlanmıştır. Polygonum özü, mantar enfeksiyonu, çeşitli cilt iltihapları, karaciğer hastalığı ve kardiyovasküler hastalığı tedavi etmek için Japon ve Çin geleneksel tıbbında kullanılmıştır. Üzüm kabuğu resveratrolün ana kaynağıdır. Üzümlerin yanı sıra resveratrol, yaban mersini, dut, keklik, yerfıstığı gibi çeşitli meyvelerde ve karaca otu, çam ağacı, mısır zambağı, okaliptüs, ladin vs. da dahil olmak üzere çok çeşitli bitkilerde bulunur [1]. Resveratrol, enfeksiyon, stres, yaralanma, bakteri veya mantar enfeksiyonları ve UV ışınlarına cevap olarak 70’den fazla bitki türü tarafından sentezlenir. Bu molekülün bitkilerde sentezi, flavonoidlerinkine benzer bir işlemde fenilpropanoid yolunda resveratrol sentaz ile katalize edilir. Resveratrol ilk olarak 1939’da bir Japon araştırmacı olan Takaoka tarafından beyaz helleborustan izole edilmiştir [2].

devamı için tıklayın

Meme Kanserinden Korunmada Kudret Narı Yardımcınız Olabilir

Kanser hastalığı, dünya çapında olduğu gibi ülkemizde de gittikçe büyüyen ciddi bir sağlık sorunudur. Meme kanseri ise kadınlarda en sık görülen kanser tipi olduğundan birçok ülkede kanser kaynaklı ölümlerin başlıca sebeplerindendir [1]. Bu nedenlerden ötürü, kanser tedavisinde etkin bir yol bulabilmek daha da önem kazanmıştır. Hastalığı engelleme ya da tedavisine yönelik pek çok yöntem bulunmakta, ancak bu yöntemler yetersiz kalmakta ve geliştirilmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda, fonksiyonel bir gıda olan kudret narının etkinliği araştırılmış; anti-diyabetik, anti-viral, yara iyileştirici özelliklerinin yanında anti-kanserojen özelliklerinin de geniş bir alanda kullanılabileceği tespit edilmiştir [2].

devamı için tıklayın

Bağışıklıkta önemli bir mikro besin: ÇİNKO

1.Çinko, adını mutlaka bir şekilde duyduğumuz bir elementtir. Bu adını mutlaka duyduğumuz eser element nedir, hangi besinlerde bulunur, eksikliğinde neler olur, bağışıklık sistemine bir etkisi var mıdır, ve en önemlisi aknelerimiz için faydalı mıdır sorularına gelin birlikte bakalım. Çinko en önemli eser elementlerden biridir Çinko (Zn) her yerde bulunan bir eser elementtir. Vücuttaki en önemli eser elementlerden biridir ve mikroorganizmaların, bitkilerin ve hayvanların büyümesi ve gelişmesi için vazgeçilmezdir. Tüm vücut dokularında ve salgılarında göreceli olarak yüksek konsantrasyonlarda bulunur, ancak tüm vücuttaki çinkonun % 85’i kas ve kemiklerde, % 11’i cilt, karaciğer, prostat ve gözün bölümlerinde yüksek konsantrasyonlarda, ve kalan diğer tüm dokularda bulunur. Yetişkin vücudundaki ortalama Zn miktarı yaklaşık 1.4-2.3 g’dir. Demirden sonra canlı organizmalarda en bol bulunan ikinci geçiş metali iyonudur. Çinko, 300’den fazla enzimin çalışmasına etkili olan tek metaldir [1].

devamı için tıklayın

Çocuklarınızı Mevsim Geçişinin Etkilerinden Nasıl Koruyabilirsiniz?

Yılın bu zamanları çocukların hem mevsim değişikliklerine hem de okul ortamına alışmaya çalışırken sık sık hastalandıkları zamanlardır. Hastalıklarla savaşabilmek için iyi bir bağışıklık sistemi gereklidir. Yetişkinlere kıyasla henüz gelişmemiş bağışıklık sistemine sahip olan çocuklarda bu geçiş dönemleri daha zorlayıcı olmaktadır. Bu nedenle daha çok dikkat ve desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Sağlıksız alışkanlıklardan uzaklaşıp sağlıklı alışkanlıklar edinilerek, beslenme ve uyku düzenine özen gösterilerek bağışıklık sistemini güçlendirmek mümkündür [1]. İşte çocukların bağışıklığını güçlendirmek için birkaç ipucu: Uykuları Konusunda Daha Hassas Olun Yetişkinlerde yapılan çalışmalarda, uyku yoksunluğunun mikroplara ve kanser hücrelerine saldıran, bağışıklık sisteminin silahları olan doğal öldürücü hücrelerin (NK cells)sayısını azaltarak kişiyi hastalıklara daha duyarlı hale getirdiği bilinmektedir [2]. Uzmanlara göre aynı durum çocuklar için de geçerlidir [3][4]. Gece uykularının yanı sıra gündüz uykularını da yeterince almış olmaları gelişimleri açısından fazlasıyla önem arz etmektedir.

devamı için tıklayın

Beslenme – Mesane Sağlığı İlişkisi Hakkında Bilinmeyenler

Karın bölgesinde bulunan mesane, balona benzeri bir yapıda, içi boş ve idrar depolayan bir organdır. Böbrekler, üreter ve üretrayı (idrar yolu) da içeren idrar yolu sisteminin içerisinde bulunan mesane; basitçe beslenme sonrasında vücut ihtiyacı olan maddeleri aldıktan sonra geriye kalan artık sıvıların depolandığı yerdir. Mesane sorunları yaşayan kişilerin iş ve sosyal yaşamlarında ortamdan kaçınmadan odaklanamamaya kadar pek çok problemle karşılaştıkları bilinmektedir. Sistit, idrar tutma kontrolünün azalması, aşırı aktif mesane sendromu, mesane kanseri gibi rahatsızlıklar bunlardan birkaçıdır. Alabama Üroloji Merkezi’nden Dr. Rupro Kitchens yetişkin kadınların %40’ının, erkeklerin ise %25’inin aşırı aktif mesane sendromuna sahip olduğunu belirtmiştir. Tuvaleti sürekli olarak kullanma isteği, bireylerin evlerinden ayrılıp günlük aktivitelerini gerçekleştirmelerine engel olmakta, uzun vadede depresyon gibi ruhsal sağlık problemlerine de neden olmaktadır [1]. Sorunlarınız olsa dahi hakkında konuşmadığınız mesanenizin sağlığı düşündüğünüzden çok daha fazla önemli ve diyetinizle epeyce ilişkilidir. Beslenme şeklinin yanı sıra MS, Parkinson hastalığı, şeker hastalığı, kalp rahatsızlığı olan ve yaşı ilerlemiş bireylerde mesane sendromları görülebilmektedir [2][3][4][5].

devamı için tıklayın

Beslenme ile Yaşlanmanın Etkileri Azaltılabilir mi?

Yaş alırken yaşlanmanın etkilerini nasıl azaltabileceğimiz yüzyıllar sorulan, insanlığın tarihi kadar eski bir sorudur. İnsanlar genç görünmek, daha da önemlisi genç ve sağlıklı kalabilmek ister. Ancak doğal yaşlanma süreci ve günlük hayatın yoğunluğunda kişiler kendilerine zaman ayıramamaktadırlar. İç güzelliğinizin dışa vuruyor olması altı boş olan bir söylem değildir. Dıştan yapılan uygulamalar gözle görülür derecede sonuçlar doğurabiliyor olsa bile düzgün beslenme alışkanlıkları edinerek ve metabolizmanızı sağlıklı hale getirerek hem ruh hem beden sağlığınızda yaşlanma karşıtı etkileri daha kalıcı ve uzun vadede tecrübe etmeniz mümkündür. Besleyici ve lezzetli gıdalar kalp, beyin, dolaşım ve cilt sağlığına kadar vücudunuzun hemen hemen her bölgesinde yaşlanmanın etkilerini yavaşlatmakta yardımcı olmaktadır. Diyetinize ekleyerek daha sağlıklı yaş almanızı sağlayacak olan besinlerin arasında:

devamı için tıklayın

Sağlık faydalarıyla: KARANFİL

atıyla ve ferahlatıcı etkisiyle hayatımızda bulunan karanfilin sağlığımıza da yararları var mı ? Eğer varsa neler ? Gelin bu soruların cevabına birlikte bakalım. Karanfil, karanfil ağacının kurutulmuş çiçek tomurcuğundan elde edilen bir baharattır. Karanfil çivi benzeri bir görünüme sahiptir. Boyları yaklaşık ½ ile ¾ inç arasında değişir ve %14-20 oranında esansiyel yağ içerir. Karanfil yağı, Syzygium aromaticum ağacının tomurcuklarından, yapraklarından veya gövdelerinden buhar veya su damıtma yoluyla çıkarılır. Geleneksel olarak karanfil yaprağı yağı, yanıkları ve kesikleri tedavi etmek için ve hatta diş ağrısı ve enfeksiyonunu hafifletmek için diş bakımında kullanılmıştır. Karanfilin diş çürüğü ve periodontal hastalıklarla ilişkili bakterilere ve ayrıca çok sayıda başka bakterilere karşı etkili olduğu gösterilmiştir. Ek olarak, araştırmalar, Syzygium aromaticum’un anti-fungal, anti-kanserojen, anti-alerjik ve anti-mutajenik aktivitesini rapor etmiştir. Karanfil yağının ana bileşeni olan Eugenol, antioksidan ve antienflamatuar özellikler gösterir [1].

devamı için tıklayın

Kuersetin ile Tanışalım

Kuersetin (Vitamin P – Pentahidroksiflavon), genelde meyve kabuklarında bulunan ve meyveye rengini veren bir bitki pigmentidir (flavonoid). Üzüm, şarap, elma, çilek, domates, brokoli, kiraz, zeytin yağı gibi pek çok meyve, sebze ve tahıl ile propolis gibi arı ürünlerinde doğal olarak bulunmaktadır.Kırmızı soğanlarda özellikle soğanın dış halkalarında yüksek miktarlarda kuersetin bulunur [1]. Hemen hemen her gün diyet ile aldığımız kuersetini biraz yakından tanıyalım:

devamı için tıklayın

Önemli bir mineral: MAGNEZYUM

Adını sürekli duyduğumuz minerallerden biride magnezyumdur. Adını belki de çok duyduk ama sağlığa ne gibi faydaları var eksikliği bir soruna yol açar mı gibi soruların cevabını maalesef çok bilmiyoruz. Peki magnezyum nedir ve nerelerde bulunur? Magnezyumun tip iki diyabtle arasında bir bağlantı var mıdır ? Spordan önce magnezyum almanın bir faydası var mıdır ? Magnezyumun depresyon tedavisinde ve migren tedavisinde bir yeri var mıdır ? Gelin bu soruların cevabına birlikte bakalım. Magnezyum (Mg), tahıl, fındık, avakado ve yeşil yapraklı sebzeler gibi pek çok gıdanın önemli bileşenlerinden biridir [1]. Magnezyum, vücutta 300’den fazla enzimin aktivasyonundan sorumludur. İnsan vücudunda kas ve sinir fonksiyonlarını korumaya yardımcı olur. Magnezyum eksikliği olan insanlar her zaman yorgun, huzursuz, gergin, kaslarında sertlik olur ve konsantre olmaları zor olmaktadır. Magnezyum eksikliği aslında çeşitli patolojik durumlarla bağlantılıdır [2].

devamı için tıklayın

Flavonoidlerce Zengin Ekinezya

Ekinezya, Kuzey Amerika yerlileri tarafından çeşitli yaraları iyileştirmek ve yılan ısırıklarını iyileştirmek için kullanılmıştır. Yapılan bilimsel çalışmalarla ekinezyanın birçok yararlı özelliği bulunmuştur. Kızılderililerin yararlı etkilerini çok eski zamanlardan beri bildiği bu güzel ve yararlı çiçeğin sağlığımıza etkilerini gelin hep birlikte inceleyelim. Mor koni çiçeği olarak da bilinen Ekinezya, Asteraceae familyasına ait tıbbi bir bitkidir. Ekinezya, yüzyıllarca Yerli Amerikalılar tarafından çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmıştır [1]. Kuzey Amerika kökenli Echinacea purpurea (mor koni çiçeği), 19. yüzyılın sonlarında Avrupa’ya getirilmiştir. Bu bitkiden elde edilen özütler ve diyet takviyeleri, antioksidan, antibakteriyel, antiviral, antifungal özellikler göstermiştir ve enflamatuar ve viral hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır [2].

devamı için tıklayın

B12 Vitaminin Fonksiyonları ve Eksikliğinde Görülebilecek Rahatsızlıklar

B12 vitamini, diğer adıyla “kobalamin” vücudunuzun üretemediği, suda çözünebilen ve dolayısıyla sıkça ihtiyaç duyulan ve eksikliği görülen esansiyel vitaminlerden biridir. Kırmızı kan hücresi oluşumundan, hücre yapımına; sinir sistemi fonksiyonlarından, DNA mekanizmasına kadar pek çok metabolizma olayında önemli bir rol oynayarak metabolizmanızı kontrol altında tutmanıza yardımcı olmaktadır [1]. B12 içeren besinler arasında kümes hayvanları ve yumurtaları (tavuk vb.), kırmızı et (sığır eti, jambon, kuzu), balık (ton balığı, mezgit), süt ve süt ürünleri, mayalanmış ürünler yer almaktadır. Ancak yeterli miktarda alınamadığı durumlarda ve ihtiyaç halinde besinlere eklenmiş şekilde veya takviye gıda olarak B12 vitamini alınabilmektedir. Bu esansiyel vitaminin sağlık faydaları ve eksikliğinde yaşanan sağlık sorunlarına bakacak olursak: Kemik Sağlığını Destekleyerek Osteoporozu Önlemede Yardımcıdır 2500’den fazla erişkinde yapılan bir çalışmada B12 vitamini eksikliğinin kemik mineral yoğunluğunda da azalmaya neden olduğunu ortaya koymuştur. Mineral yoğunluğu azalmış olan kemiklerin kırılganlığı ve hassaslığı zamanla artarak osteoporoz riskinin artmasına neden olabilir [2]. Özellikle kadınlarda yaşlanmayla birlikte görülen kemik zayıflığı ve erimesinin B12 vitamini düzeyleri ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir [3][4]. Bu nedenle B12 vitaminini yeterli seviyelerde tutmak kemik sağlığınızı desteklemede yardımcı olacaktır.

devamı için tıklayın

Karayemiş Bitkisini Yakından Tanıyalım

Taflan ağacı veya Karayemiş; Rosaeceae ailesinde bulunan, her dem yeşil parlak yapraklara sahip, 20 metreye kadar büyüyebilen bir ağaçtır. Halk arasında adı “Laz Yemişi”, “Gürcü Kirazı” veya “Tanal” olarak da bilinmektedir. Karayemiş bitkisi yaz aylarında kırmızı-mor renkte meyveler verir ve ülkemizde özellikle Karadeniz bölgesinde yaygın olarak yetişmektedir. 1540’lı yıllarda Fransız botanikçiler tarafından “Trabzon Kirazı” olarak adlandırılmış, aynı yıllarda Avrupa’nın pek çok bölgesine gönderilmiş ve yetiştirilmiştir. Yaprak dökmeyen bir ağaç olmasından ötürü özellikle bahçelerde süs bitkisi olarak kullanılmaktadır. Bu bitkinin tüm kısımları -badem yemişine de karakteristik tadını veren ve zehirli olabilen- hidrojen siyanür içerir. Bu madde esas olarak yaprak ve tohumlarda bulunur ve acı tadıyla kolayca tespit edilebilir. İçerdiği zehirli madde miktarı azdır, ancak yine de çok acı olan meyve ve tohumlarını yemekten veya çok miktarda tüketmekten kaçınılmalıdır. Az miktarlarda alınan hidrojen siyanür solunumu uyarıp sindirimi arttırmaya yardımcı olurken fazlası solunum yetmezliğine neden olabilmektedir [1].

devamı için tıklayın

Çölyak Hastalığına Hızlı Bir Bakış

Çölyak hastalığı; bir sindirim bozukluğu olup, bağışıklık sisteminin glütene karşı verdiği aşırı reaksiyonun sonuçlarından biridir. Glüten ise son zamanlarda da adını sıkça duyduğumuz bir proteindir ve arpa, buğday, çavdar gibi tahıllarda bulunmaktadır. İlaçlar, takviye gıdalar, vitaminler, hatta kozmetik ürünler bile glüten içerebilmektedir. Glüten toleransı olmaması ya da intoleransı durumu, vücudun glüteni sindirememesi sonucu ortaya çıkar. Bazı kişilerde bu sindirim sorunu hafif iken, diğer durumlarda vücudun kendi bağışıklık sistemine karşı açtığı bu savaş sonucu çölyak hastalığı ortaya çıkabilmektedir. Çölyak Hastalığının Vücudunuza Etkileri Nelerdir? Çölyak hastalığıyla meydana gelen glütene karşı olan bağışıklık tepkisi, ince bağırsaklardan besin emilmesini sağlayan yapıları, villusları yok eden toksinler oluşmasına neden olur. İnce bağırsak duvarındaki bu yapılar (villuslar) zarar gördüğünde, vücudunuz tükettiğiniz yiyeceklerden besinleri ememez. Bu da besin alamama sonucu yetersiz beslenme ve kalıcı bağırsak sorunları gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir [1].

devamı için tıklayın

Farklı Yönleriyle Hindistan Cevizi Yağı

Marketlerdeki en tatlı tropik meyvelerden biri olan Hindistan cevizinin kökeninin yeri ve zamanı tam olarak bilinmemekte, ancak Güney Pasifikte ortaya çıkmış tarih öncesi bir bitki olduğu söylenilmektedir. Meyvenin içindeki etli kısım beslenme uzmanlarınca yağ ve protein deposu olarak, cevizin iç kısmındaki süt düşük şeker seviyesi dolayısıyla sağlıklı bir içecek olarak tavsiye edilmektedir. Hindistan cevizi yağı ise vücudunuzu çeşitli yollardan destekleyen yararlı bir gıdadır. Bu yağ, diğer minerallerin emilimine yardımcı antioksidan özelliklere sahip olan yağ asitleri ve orta-zincirli yağlar içermektedir [1]. Ketojenik ve Paleo diyetler de dahil olmak üzere pek çok beslenme şeklinde popüler bir yağ kaynağıdır.

devamı için tıklayın

D Vitamini Hakkında Az Bilinenler

D vitamini, adının vitamin olmasının aksine bir hormondur, hatta cildiniz güneşe maruz kaldığında aktifleşen bir hormonun öncüsüdür. Ancak cildinizin güneşe maruz kalması vücudunuzun ihtiyaç duyduğu D vitamini miktarını genellikle karşılamaz, bu nedenle dünyada en yaygın görülen besin eksiklikleri arasında D vitamini eksikliği yer almaktadır [1][2]. D vitamini yağda çözünebilen vitaminlerin bulunduğu grupta yer almaktadır. Vitaminin yağ içerisinde çözünebiliyor olması onun vücudunuzda uzun süre depo edilerek saklanabileceği anlamına gelmektedir. Beslenme ile alınan iki temel formu vardır [3]; D3 Vitamini (Kolekalsiferol) ve D2 Vitamini (Ergokalsiferol). D3 vitamini balık, yumurta sarısı gibi hayvansal gıdalarda bulunurken D2 vitamini bitki, mantar ve mayalarda bulunur. Kandaki D3 vitamini seviyelerinin arttırılması, D2 vitaminine kıyasla iki katı kadar daha fazla etki gösterebilmektedir [4][5].

devamı için tıklayın

Vuhan Koronavirüsü Nedir?

Vuhan Koronavirüsü Nedir? Çin’den Yayılan Bu Virüsün Sebep Olduğu Hastalık ve Bu Hastalıktan Korunma Yolları Nelerdir? Koronavirüs Nedir? İlk olarak 1937 yılında tavuk embriyosundan izole edilen [1] koronavirüsü (coronavirus), adını mikroskop altında dış yüzeyindeki görüntüsü “taç”a benzediğinden dolayı latince taç anlamına gelen “corona” kelimesinden almıştır. Bugüne kadar koronavirüslerin farelere, sıçanlara, köpeklere, kedilere, hindilere, domuzlara, atlara ve sığırlara bulaşabileceği bulunmuştur. İnsan koronavirüsleri (Human Coronavirus – HcoV) ise 1960’larda soğuk algınlığı şikayeti olan hastalarda tanımlanmıştır. Çoğunlukla zararsız olan koronavirüs, grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden olabilmektedir. Enfeksiyon sıklıkla kış aylarında ve bahar başlangıçlarında görülebilmektedir. Bir kişinin bu virüsten dolayı hastalanması ve birkaç ay sonra hastalığı tekrarlaması olasıdır. Çünkü vücudun koronavirüsüne karşı ürettiği savunma hücreleri uzun süre dayanamamakta, bunun sonucunda da hastalığa karşı bağışıklığın geliştirilememesi durumu olabilmektedir [2].

devamı için tıklayın

Domuz Gribi Hakkında Yanlış Bilinenler, Korunma Yolları ve Daha Fazlası

Domuz gribi (H1N1) adından da anlaşılabildiği gibi domuzlarda görülen, nadir durumlarda insanlara da bulaşabilen bir hastalıktır. Avrupa’da yayılmasından sonra ülkemizde de 2009 yılının ilk aylarında salgının Türkiye’ye ulaşma ihtimalleri üzerine konuşulmuş, halk arasında paniğe sebep olmuş, hastanelerin acil servisleri domuz gribi endişesiyle gelen hastalarla dolup taşmıştır [1]. Bu süreçte hastalık üzerine pek çok doğru ve yanlış haber hızlıca yayılmış ve bu da toplumda hastalığa karşı yanlış tepkilerin oluşmasına neden olmuştur. Domuz Gribine Ne Sebep Olur? “A tipi influenza” adı verilen virüs, domuzlarda solunum yolunda ölümle sonuçlanabilecek rahatsızlıklara sebep olurken normalde insanlarda görülmeyen bir virüstür [2]. Domuz çiftliğinde çalışan, hayvanat bahçesinde domuz ile yakınlaşan, hayvana yakından temas eden yetişkin ve çocuklara hastalık yapıcı virüsün bulaşabildiği gösterilmiştir [3]. Sanıldığı gibi herhangi bir domuz ürünü (pişmiş domuz eti, domuz pastırması vs.) tüketildiğinde bulaşabilecek bir hastalık değildir. Bu hastalığa sahip olan kişiler ile aynı ortamda bulunduğunuzda kişinin öksürüğü ve hapşırığı sonrası havaya yaydığı küçük virüs damlaları ile size de bulaşabilmektedir. Ayrıca öksürük veya mukusun temas ettiği yüzeye dokunduğunuzda da domuz gribine yakalanabilirsiniz [2]. Yetişkinler virüsü aldıktan sonra yaklaşık 7 gün boyunca hastalığı yayabilme potansiyeline sahip olabilirler, çocuklarda ise bu süre yaklaşık 10 gündür.

devamı için tıklayın

Yeşil Çay Ekstresi ve “EGCG”

Yeşil çay Camellia sinensis bitkisinin kurutulmuş yaprakları ve tomurcuklarından elde edilen vitamin ve besinlerle dolu, güçlü bir antioksidan kaynağıdır. Siyah çay veya oolong çayından farklı olarak yeşil çay, üründe yaşanabilecek oksidasyonu önlemek ve tüm besin bileşiklerini korumak için sadece buğulanarak/buharlanarak (steaming yolu ile) elde edilir. Siyah çayın üretim aşamasında ise oksidasyona uğradığı bir fermente basamağı bulunmaktadır. Daha önce yapılan çalışmalarda, yeşil çayın içerdiği bazı “polifenol bileşiklerin” antioksidan özellikleri sayesinde pek çok hastalığa karşı korunmada etkili olduğu bulunmuş, bu maddeler arasında en etkili olanın ise “Epigallocatechin gallate (EGCG)” olduğu son zamanlardaki araştırmalarda vurgulanmıştır. EGCG, polifenollerin kapsadığı “kateşin” adlı grupta bulunan bitki bazlı bir bileşiktir. Serbest radikaller, vücudunuzda oluşan ve miktarı yükseldiğinde hücrelere zarar verebilecek oldukça kararsız parçacıklardır. Kateşinler gibi antioksidanlarca zengin gıdaları tüketmek, serbest radikallerin neden olabileceği hasarı sınırlamada yardımcı olabilir [1]. EGCG, yeşil çay gibi bazı bitkisel gıdalarda bulunmakla birlikte ekstre edilmiş hali besin takviyesi olarak da alınabilmektedir. Sağlık üzerinde pek çok olumlu etkiye sahip olmasıyla dikkat çeken bu bileşiğin faydalarına bakacak olursak:

devamı için tıklayın

Resveratrol Kaynağı Japon Madımağı

Japon madımağı, bilimsel adıyla Polygonum cuspidatum, yayılmacı-istilacı özellikleriyle bilinen, hızlı kök ve gövde gelişimine sahip, inatçı bir bitkidir. İstilacı bir ot olarak görülen bu bitkinin içerdiği bileşenler, onun bu yayılmacı özelliklerini cazip hale getirmektedir. Japon madımağı, üzüm bitkisinde de önemli bir bileşik olan “resveratrol” ce zengin bir bitkidir [1]. Resveratrol, kirliliğin, stresin ve modern yaşamın diğer faktörlerinin neden olduğu oksidatif stresin dokulardaki hasarını azaltmaya yardımcı olan güçlü bir antioksidandır [2]. Üzümde bulunan resveratrolun aksine Japon madımağında bulunan resveratrol, vücut için en yararlı aktif form olan “trans-resveratrol” şeklindedir. Yapılan araştırmalar bitkinin kökünde bulunan bileşen seviyesinin, gövde ve yapraklardakinden çok daha fazla yüksek olduğunu göstermiştir [3]. Japon madımağı; Doğu Asya’da, özellikle geleneksel Çin, Japon tıbbında sindirim ve dolaşım sağlığına olan faydalarından dolayı uzun zamandır araştırılan ve tedavi amaçlı olarak kullanılan bir bitkidir. Genç bitki kısımları sebze olarak da yenmektedir. Asya tıbbının, mutfağının, törenlerinin, kısacası kültürünün büyük bir parçası olan, şimdilerde dünyanın pek çok yerinde yetiştirilen bu bitkinin potansiyel sağlık faydalarına bakacak olursak:

devamı için tıklayın

Nörodejeneratif Hastalıklar ve Bu Hastalıklara Karşı Korunma Yolları

Nörodejenerasyon, beyinde “ilerleyerek gerçekleşen sinir hücresi (nöron) ölümü” anlamına gelmektedir. Nöronlar, beyin ve omuriliği içeren sinir sisteminin yapı taşlarıdır. Nöronlar, normal şartlarda kendilerini çoğaltmaz veya yenilenemez; bu nedenle hasar gördüklerinde veya öldüklerinde vücut tarafından yenilenemezler. Beynin hücreleri birbirleri ile yakından bağlantılı ve çok karmaşık bir yapıya sahip olmalarından dolayı, beyindeki küçük bir bölgedeki yanlış iletişim, diğer beyin aktivitelerini ve tüm vücudu etkileyebilecek sorunlara yol açabilmektedir [1]. Beyindeki veya periferik sinir sistemindeki sinir hücreleri bozulduklarında, işlevlerini kaybettiklerinde veya öldüklerinde, nörodejeneratif hastalıklar ortaya çıkar. Bu hastalıklar bireyin hareketini, konuşmasını, hafızasını, zekasını ve çok daha fazlasını etkileyebilir [2]. Nörodejeneratif hastalıklar arasında bunama, Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı ve Huntington hastalığı yer almaktadır [3][4]. İnsan ömrünün uzamasıyla birlikte, nörodejeneratif hastalıkların görülme sıklığı da artmaya başlamıştır. Nörodejenerasyon ve bunamanın temelini oluşturduğu yaşlanma durumu, vücuttaki tüm organları etkilemekle beraber, kısmen kanımızda kodlandığı düşünülmektedir. Kan dolaşımındaki faktörler yaşlanmayı ve beyin de dahil olmak üzere organların yenilenmesini etkilemektedir. Bu faktörleri, kökenlerini, fonksiyonlarını ve bunlara etki eden maddeleri keşfettiğimizde yaşlanma ile ilgili pek çok problemin çözülebileceği düşünülmektedir.

devamı için tıklayın

D Vitamininin Eksikliğinin Belirtileri, Beslenmedeki Önemi ve Vejetaryenler İçin D Vitamini Kaynakları

D vitamini eksikliği dünya çapında en sık görülen ancak çoğunlukla fark edilemeyen besin eksikliklerinin başında gelmektedir [1][2]. Risk altındaki kişiler arasında yaşlı bireyler, yıl boyunca güneşli günlerin az olduğu yerlerde yaşayan veya yeterince gün ışığına maruz kalamayanlar, hayvansal gıda tüketmeyen veya tüketmekten kaçınan kişiler yer almaktadır. Eksiklik semptomları çok belirgin olmadığından kişiler yaşam kalitelerinin ne kadar düştüğünün çoğu zaman farkına varamamaktadırlar. Bu belirtilerin arasında; sıklıkla hasta olma, yeterli uyku alındığında bile yorgunluk halinin devam etmesi, sırt ağrıları, devam eden depresyon durumu, yara iyileşmesinin yavaşlaması, saç dökülmesi ve özellikle yaşlılarda kemik kaybı-erimesi yaşanması gibi pek çok sağlık sorunu yer almaktadır [3][4][5][6][7][8].Dengeli Beslenmenin Vitamin Verimi Açısından Önemi Ruh ve beden sağlığınızı ideal seviyelerde tutabilmeniz için vücudunuzun ihtiyaç duyduğu besinleri düzenli ve gerektiği miktarlarda alabiliyor olmanız önemlidir. Besinlerden alınan vitamin ve mineraller genellikle tek başlarına çalışmadıklarından, bu maddelerin alımlarını dengelemek gereklidir. Ayrıca yine bu maddelerin beraber çalışıyor olması, birini fazla aldığınızda diğerlerinin eksikliğine neden olabilmektedir. Yapılan araştırmalar, yağda çözünen vitaminlerin birlikte çalıştığını ve D vitamini alırken A ve K vitamini alımınızı optimize etmenin çok önemli olduğunu gösterip bu düşünceyi de desteklemektedir [9][10].

devamı için tıklayın

Japon Madımağının Faydaları

Japon madımağı; kuzukulağıgiller ailesinden, otsu, çalı şeklinde çiçekli bir bitkidir. Japonya ve Çin’e özgü olan bu bitki, İngiltere’ye bahçe süs bitkisi olarak kullanılmak üzere getirilmiştir. Diğer bitkilerin gelişimini olumsuz yönde etkilemesinden dolayı bahçeciler tarafından çok sevilmezken; bitki uzmanlarınca bu yayılmacı özelliği, bitkinin içerdiği resveratrol, emodin gibi etken maddelerden ötürü olumlu bir özellik olarak görülmektedir [1][2]. İltihap önleyici özelliklere sahip popüler bir antioksidan olan resveratrol, üzümde de bulunur ve vücuda alındıktan sonra kullanılmak için “trans-resveratrol” formuna dönüştürülür. Japon madımağındaki resveratrolün, hızlı ve kolay emilimi yapılabilen trans-resveratrol halinde olması, ilgiyi üzerine toplamasını sağlamış ve hakkında pek çok araştırma yapılmasını sağlamıştır [3].

devamı için tıklayın

Viral Hastalıklara Karşı Yemişlerin En Güçlüsü: Mürver

Mürver, Türkiye’de yaygın bulunan haliyle kara mürver, tüm dünya genelinde alternatif ve modern tıpta en geniş alanda kullanılan şifalı bitkilerden biridir. Eski Mısır’da yanık gibi cilt hasarlarını tedavi etmede kullanılırken, yerli Amerikalılar tarafından enfeksiyonları azaltma amacıyla kullanılmıştır. Avrupa’nın pek çok bölgesinde hala ev yapımı ilaçların hammaddesini oluşturmaktadır [1]. Tıbbın babası olarak kabul edilen Yunan bilim insanı Hipokrat’ın, bu bitkiyi pek çok çeşitli hastalığı tedavi edebilmesi nedeniyle “ilaç sandığı” olarak nitelendirmiştir ve günümüzde de gribal hastalıkları tedavi edebilme yeteneğiyle dikkat çekmektedir [2].

devamı için tıklayın

Kanserden Şeker Hastalığına Pek Çok Derde Deva: Enginar

Enginar, güçlü antioksidanlar ve prebiyotikler içeren harika bir besin ve tamamlayıcı bir gıdadır. Diyetinizi pek çok yönden iyileştirirken; karaciğer ve sindirim sistemi üzerindeki besleyici etkileri sayesinde kalp hastalıkları ve kanser gibi ciddi rahatsızlıkları da önlemeye yardımcıdır. Tarih boyunca mide problemleri, gut hastalığı ve diyabeti tedavi etmek için kullanılmıştır [1]. Enginarın mineral içeriği yüksektir. Ayrıca C vitamini, lif, inulin ve polifenoller içerir. Yetiştiği toprak, iklim bitkinin mineral içeriğini etkiler. Enginar kalbi, bitkinin genellikle en yaygın olarak bulunan ve en çok tüketilen kısmıdır ancak aslında yapraklar enginardaki en güçlü besinlerin saklandığı yerlerdir. Tedavi etkisi olan polifenolik bileşikler çoğunlukla yapraklarda bulunur ve bitkinin aktif özelliklerinden sorumludur. Bu nedenle, enginar yaprağı ekstreleri, enginarın kendi başına yemesinden daha fazla sağlık yararına sahiptir [2]. Enginar özleri temel olarak bitkisel ilaçlarda kolesterolü düşürmek, karaciğeri korumak ve bakteri ve mantarlara karşı savaşmak için kullanılır.

devamı için tıklayın

Propolis Bileşenleri ve Kullanım Alanları

Arılar, arı kovanını inşa edebilmek için balmumu ve diğer salgıları, kavak ve kozalaklı ağaçların tomurcuklarından topladıkları reçinelerle karıştırarak “propolis” adı verilen maddeyi üretirler. Propolisin içeriğinin %50 sini reçine, %30’unu balmumu, %10’unu yağlar ve kalanını polen oluşturmaktadır [1]. Bu reçineler doğal antiseptik özelliklere sahiptir. Propolis, bir antioksidan çeşidi olan “flavanoid”ler bakımından zengindir ve uzun yıllardır akne, kanser, grip, osteoporoz ve tüberküloz gibi pek çok hastalığın tedavisinde kullanılan doğal bir maddedir. Yapılan araştırmalar, propolisin antiviral, anti-tümör, mantar ve iltihap önleyici nitelikleri dahil olmak üzere birçok iyileştirici özelliğe sahip olduğunu göstermektedir [2]. Propolis, antikor üretimini uyararak bağışıklık sistemini güçlendirmektedir [3]. Bu sayede grip gibi viral hastalıklara karşı koruma sağlamaya yardımcı olmaktadır. Bazı araştırmacılar insanlarda ve hayvanlarda deri yanıkları, yaralar, uçuk ve enfeksiyonlardaki etkilerini test etmiş ve umut verici bulgular elde etmişlerdir [4][5]. Diş çürümesini önlediğine dair bulgular da mevcuttur [6][7]. Alternatif ve Tamamlayıcı Tıp Dergisi’nde yayınlanan bir çalışmaya göre, propolis küçük çaptaki yanıkların iyileşmesini teşvik edebilmektedir. Araştırmacılar, propolis bazlı bir cilt kremi ile cilt yanığı tedavisinde kullanılan ilaçların etkilerini karşılaştırmış, her ikisinin de benzer şekilde etkileri olduğunu bulmuşlardır [8]. Araştırmalar, propolisin ülseratif kolit, gastroimtestinal kanserler ve ülserler de dahil olmak üzere pek çok sindirim sistemi bozukluğunun tedavisinde yardımcı olabileceğini düşündürmektedir. Propolisin içeriğindeki “kafeik asit fenil ester”, “kaempferol”, “galangin” gibi bileşenlerin hastalık etkenlerini (patojenleri) etkili bir şekilde ortadan kaldırdığı gözlemlenmiştir [9]. Tüm bunların yanında son zamanlarda propolis ile diyabet arasındaki ilişki de araştırılmaya başlanmış ve olumlu sonuçlarla karşılaşılmıştır.

devamı için tıklayın

Avokado Yağı ile Cilt Bakımı Önerileri

Avokado yağı mutfaktaki kullanımıyla tanınırken, cilt bakımına da katkıda bulunabilir. Yağ omega-3 yağ asitleri ve A, D ve E vitaminleri ile dolu olduğundan birçok krem, nemlendirici ve güneş koruyucunun bileşenlerinden biridir. Avokado yağını doğrudan cildinize uygulayabilir veya favori güzellik ürünlerinizle karıştırıp kullanabilişiniz. Temel faydası ciltteki nemi arttırmak olduğu için yağlı cilde sahip kişilerin kullanması çok tavsiye edilmemektedir. Ayrıca cilt tarafından hızlıca emildiği için geride yağlı bir his bırakmamaktadır.

devamı için tıklayın

Karantina Döneminde Ruh Sağlığımızı Koruma Yolları

2019 Aralık ayında başlamış ve günümüzde hala devam etmekte olan COVID-19 pandemi durumu dolayısıyla, özellikle ülkemizde daha öncesinde alışkın olmadığımız pek çok uygulama ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu karantina sürecinde karantina kurallarına uyarak kendimizin ve çevremizdekilerin beden sağlığını korumaya çalışırken, ruhsal ve zihinsel olarak pek çok zorlukla karşı karşıya kalmaktayız. Ancak uzun vadede ruh sağlımızdan da ödün vermeden fiziksel sağlığımızı koruyor olmamız büyük önem arz etmektedir.

devamı için tıklayın

Normalleşme Sürecinde Hastalıklara Karşı Gardınızı İndirmeyin

Tüm dünya ile beraber ülkemizi de yoğun bir şekilde etkisi altına almış olan COVID-19 salgınının başka bir haftasını daha geride bırakırken, hastalığa karşı alınan önlemler ve toplumsal yaşamımızdaki düzenlemelerde değişikliğe gidilmesi, “normalleşme” adı verilen sürece girilmesi söz konusu olmuşken halk arasında bilgi kirliliği ve yanlış bilgilendirmeler artmaya başlamıştır. Normalleşme adına pek çok şirketin pandemi öncesi çalışma sistemine dönecek olması; alışveriş merkezlerinin, parkların, kafe ve restoranlarının açılacak olması salgın tehlikesinin geçmiş olduğuna dair yanlış bir algıya sebep olabilmektedir. Özellikle COVID-19’u kendinde veya bir yakınında tecrübe etmemiş olan kişiler, bu hastalığın onları etkilemeyeceğini düşünmektedir. Toplum içindeki düşünce bu yöndeyken, uzmanlar tedbiri elden bırakmak için çok erken olduğunu, virüsün yakın bir zamanda ortadan kalkmayacağını ve hatta dikkat edilmezse sonbahar ve kış aylarında daha büyük bir artış dalgası ile geri dönebileceğini vurgulamaktadırlar. Virüsün zamanla etkinlik gücünün kaybolması gibi bir durumun söz konusu olmadığı, ortaya çıkmasının üzerinden ne kadar vakit geçerse geçsin savunmasız insanları aynı şekilde etkileyeceği gerçeği yok sayılmamalıdır. Bugüne kadar virüsün neden olduğu hastalıktan iyileşebilmek için üretilmiş mucize bir hap veya aşı bulunmamaktadır, üzerinde çalışılan aşıların da kullanıma hazır olması uzun bir zaman alacaktır.

devamı için tıklayın

Hindistan Cevizi Yağı ile Cildinizi Besleyin

Hindistan cevizi egzotik görünümü ve lezzetiyle dikkatimizi çeken, sağlıklı ve doyurucu tropik bir meyvedir. Meyvesi ve suyunun yanı sıra Hindistan cevizi yağı da sindirimi kolaylaştırma, bağışıklık sistemini iyileştirme gibi sağlık faydalarından ötürü sıklıkla kullanılmaktadır. Ticari olarak doğal Hindistan cevizi yağı ve rafine Hindistan cevizi yağı şeklinde satılmaktadır. Doğal (natürel) yağlar meyvenin etli kısmının kuru ya da yaş iken mekanik olarak öğütülmesi ile elde edilir. Rafine yağlar elde edilirken kokusuzlaştırma ve rengini ağartma gibi işlemlerden geçtiğinden dolayı doğal sızma yağlar tercih edilmelidir.

devamı için tıklayın

Karantina Stresi ile Uyku Bozukluğu İlişkisi: Geceleri Uykusuz Kalmanızın Nedenleri

Uyku bilimcilerden anketçilere, sosyal medyadan elektrik sayaçlarına kadar elde edilen tüm veriler [1][2] aynı şeye işaret etmektedir: Covid-19 öncesine kıyasla uyku düzenimiz belirgin şekilde değişti. Genellikle uyku için daha fazla vakit ayırıyoruz, ancak bu uyku süreci maalesef sağlıklı veya verimli bir uyku deneyimi sağlamıyor. Sağlıklı bir uykunun önündeki en önemli engellerden biri ise stres ve stres kaynaklı kaygı bozukluğu (anksiyete) durumudur. Birçok kişi uyusa bile içinde bulunduğu stres koşullarından dolayı canlı renklerde ve sıkıntı veren rüyalar görmektedir. Bağışıklık sistemimizin gücüne her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bu süreçte, uykumuzun düzenli olması da önem arz etmektedir. Çünkü pek çok araştırmada da belirtilmiş olduğu üzere uyku ile bağışıklık sistemi yanıtı arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır [3][4][5]. Yeterli ve doğru zamanlarda uyuyamama, bağışıklık sisteminin zayıflayıp vücuttaki iltihaplanmanın artmasına, bu da vücudun dışarıdan gelecek tehditlere (virüs, bakteri gibi mikropların neden olduğu hastalıklar) açık hale gelmesine neden olabilmektedir [6]. Yani uyku kalitenizin, koronavirüsün etkilerinden vücudunuzu korumak için doğrudan bir rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır. COVID-19’dan korunmak için kişisel ve çevresel hijyeninizi, sosyal mesafenizi korurken bir yandan ruh ve beden sağlığınızın bozulmaması adına uykunuza da aynı titizliği göstermeniz gerekmektedir.

devamı için tıklayın

Karantina Önlem Yorgunluğu Düşündüğünüzden Daha Tehlikeli Sonuçlar Doğurabilir

Ellerinizi eskisi kadar sık dezenfekte edip yıkamadığınızı, gerekli olmadıkça dışarı çıkmaya başladığınızı veya dışarıdanevinize geldikten sonra aldığınız ürünleri ve kendinizi yeterince temizlemediğinizi düşünmeye başladıysanız yalnız değilsiniz. Bu, sizin elinizde olmadan, kasıtsız olarak gerçekleşen bir “karantina süreci önlem yorgunluğu”dur. Pandemi başlangıcında, yeni birtakım kurallar ve düzenlemeler çerçevesinde, koronavirüsten korunmak veya çevrenizdekileri korumak için sürekli tetikteydiniz. Bu tehdit durumu beyniniz için yeni ve bir acil bir durumdu. İnsanların kendini koruma içgüdüsü tarafından yönetilen bu korku, size bildirilen güvenlik önlemlerine daha sıkı bir şekilde uymaya motive ediyordu.

devamı için tıklayın

COVID-19’un Beyin Sağlığına Olan Etkileri

Yeni koronavirüsün bulaştığı hastaların akciğerlerine saldırdığı, yaygın olarak bilinmektedir. Ancak vaka sayıları ve yapılan çalışmalar arttıkça, araştırmacılar virüsün sebep olduğu hastalığın, hastanın iyileşme sürecinin ve doktorların hastalığı tedavi etme şeklinin diğer organlara da zarar verdiğini bildirmektedir. Her hafta geçtikçe, koronavirüsün çok çeşitli nörolojik problemleri tetikleyebileceği giderek daha açık hale gelmektedir [1].

devamı için tıklayın

COVID-19: Yakın Gelecekte Etkili Bir Aşı Gelmesi Mümkün mü?

Virüs Nedir? Virüsler, boyutları genelde bakterilerden daha küçük olan, mikroskobik parazitlerdir. Konak olabilecekleri bir organizma olmadan işlevlerini yerine getirme veya üreme kapasitelerinden yoksundurlar. Virüsler, bulaşıcılık kabiliyetlerinden dolayı geniş anlamda tanınırlığa sahiptirler. Hastalıklara ve daha ötesinde ölümlere sebep olabildiklerinden ötürü iyi bir üne sahip oldukları söylenemez. Virüslerin pandemik yayılım elde etme kabiliyetleri, topluluk bağışıklığı sağlayarak azaltılabilir. Dünya çapında 12 milyona ulaşan ve büyümeye devam eden vaka sayılarıyla [1] beraber, bilim insanları hastalığın neden olduğu hasarı azaltmak için tedavi yöntemleri ve aşılar geliştirme çabalarını arttırmışlardır. Burada önemli olan soru, koronavirüsün neden olduğu şiddetli akut solunum yolu sendromuna karşı bağışıklığın, virüse karşı etkili bir aşının geliştirilmesi ile mi yoksa önümüzdeki birkaç yıl içinde tekrarlanan enfeksiyon dalgalarıyla insanların %60 ile %70 kadarının bağışıklık kazanmasıyla mı gerçekleşip gerçekleşmeyeceğidir. İnsan nüfusu koronavirüse karşı zayıf olduğu için, tekrarlanan salgınların sonuçları kabul edilemez derecede yüksek mortalite, ciddi ekonomik bozulma ve yaşam tarzımızda büyük değişiklerle sonuçlanacaktır. Bu nedenle, etkili bir aşı geliştirmek ve tekrarlanan salgın dalgalarını önlemek için bu aşının mümkün olduğunca erken bir zamanda uygulanabilir olması çok önemlidir [2].

devamı için tıklayın

COVID-19 Mitleri: Koronavirüs Hakkında Doğru Bilinen Yanlış Bilgiler

Yeni koronavirüsün neden olduğu hastalık olan COVID-19 hakkında dolaşan birçok bilgi var, bu yüzden neyin doğru olup olmadığını bilmek birey ve toplum sağılığı açısından çok önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü, toplum içerisinde hızla yayılan ve bilimsel bir dayanağı olmayan, sağlığınızı korumak yerine daha da tehlikeye atabilecek bu mitleri derleyip yayınlamaktadır [1]. Egzersiz Yaparken Maske Takmak Egzersiz yaparken maske takmak nefes almanızı zorlaştıracağından yapılmaması gereken bir davranıştır. Egzersizle terlemeniz sonucu maskeniz mikropların üremesine daha uygun bir ortam oluşturacaktır [2][3]. Alınabilecek önlem sosyal mesafe kurallarına uyarak ve mümkünse açık havada egzersiz yapmaktır.

devamı için tıklayın

Türkiye’de Üretilen Bal Çeşitleri ve Sağlık Faydaları Nelerdir?

Bal Nedir, Neye Göre Çeşitlilik Gösterir? Bal; aşırı doymuş, polifenolik maddeler de içeren saf bir şeker çözeltisidir. Balın hikayesi çok eski zamanlara, milattan önce 2100-2000 li yıllarda yazılmış Sümer tabletlerindeki yazıtlara dayanmaktadır. Burada balın pek çok tarifte sos olarak, tedavi amaçlı ise ilaç ve merhem olarak kullanımından bahsedilmektedir [1]. Kutsal kitaplarda istediğiniz her şeyi bulabileceğiniz, bal ve sütün aktığı şehirlerden söz edilmiştir. Bal temel olarak, arının bitki reçinelerini, nektarlarını ve polenlerini toplamasıyla üretilmektedir. Nemsiz ve karanlık ortamda saklandığında uzun süre bozulmayan dayanıklı doğal ve sağlıklı bir besindir. Balın rolü bilimsel literatürde kabul edilmiştir. Antioksidan ve antibakteriyel doğası, öksürük önleme, doğurganlığı arttırma ve yara iyileşme özelliklerini destekleyen geniş bir yelpazede kanıtlar vardır [2]. Günümüzde her biri eşsiz özelliklere sahip farklı lezzetlerde, yoğunluklarda ve renklerde ballar mevcuttur. Arının kullandığı kaynağa göre kestane balı, çiçek balı, çam balı, sedir balı, akasya balı, ayçiçek balı, ıhlamur balı gibi pek çok şekilde adlandırılmaktadır.

devamı için tıklayın

Tohum Filizi Tüketmek: Çimlendirme Nasıl Yapılır, Faydaları ve Riskleri Nelerdir?

Çocukluğunda fen bilgisi dersinin ev ödevi olarak, evde ıslak pamuklar içerisinde fasulye veya nohut çimlendirmeyeniniz yoktur. Cansız bir şeymiş gibi görünen tohumdan canlı yeşil renklerde bir sürgünün çıkması kuşkusuz ki heyecan verici bir deneyimdir. Tohumlar nemli ortamda ve uygun sıcaklığın altında büyümesinin başlangıcı olarak filizlenmeye başlar ve tohum filizi meydana gelir. Bu genç sürgün büyüyüp gelişerek ana bitkiyi oluşturur. Beslenme alışkanlıklarınıza keyif katmak ve kendi küçük bahçenizde yetiştirdiğiniz bitkileri tüketmek için tohum çimlendirme yöntemini deneyebilirsiniz.

devamı için tıklayın

Düzensiz Uyku Zararları: Uyku Düzensizliği Kilo Alımını Destekliyor mu?

Düzensiz uyku zararları insan vücudu üzerinde pek çok etkiye sahip. Bunların başında da kilo ile ilgili kısım dikkat çekiyor. Kilonuzu kontrol altında tutmaya çalıştığınızda, günlük aldığınız kalori miktarına dikkat ederken çoğunlukla diğer etkenleri göz ardı edersiniz. Kilonuzu sağlıklı olan seviyelerde tutmada fiziksel aktivite ve dengeli beslenme kilit faktörler olsa da, uyku faktörü çoğunlukla akla gelmemektedir. Kilo verme adına pek çok diyet şeklini deneyip, kilo verememenizin nedenleri arasında düzensiz uyku problemi yer alıyor olabilir. Yapılan çalışmalarda uyku bilimcileri, araştırmalar sonucu elde ettikleri verilere dayanarak kilo kontrolünün başlıca kritik bileşenlerinden birinin de düzenli ve yeterli bir uyku düzeni olduğunu vurgulamaktadırlar [1][2]. Düzenli bir uykunun insan sağlığına olan etkileri ise son derece dikkat çekmekte. 200’den fazla katılımcıyla gerçekleştirilen bir çalışmada, uyku kısıtlaması olan bir çalışma haftası simüle edilmiş, yalnızca 4 saatlik gece uykusuna sahip grup ve gece 10 saate kadar uyumasına izin verilen kontrol grubu ile aralarındaki farklar gözlenmiştir. Uygulamanın beşinci gününde, uyku kısıtlaması olan deneklerin yaklaşık 2 kilo aldığı, bunun aksine gece 10 saate kadar uyumasına izin verilen kontrol grubu neredeyse hiç kilo almadığı bulunmuştur [3].

devamı için tıklayın

Pandemi Stresi Nedeniyle Sınav Başarınızın Gölgelenmesine İzin Vermeyin

Pandemi stresi insanları pek çok alanda etkilmekte. Hiç şüphe yok ki, küresel olarak zor bir zamandan geçiyoruz. Hayatınızın her döneminde pek çok farklı problem ile karşı karşıya kaldığınız zamanlar olmuştur, ancak daha önce yaşamımızı böylesine değiştiren, topluca önlemler almamızı gerektiren bir tehdit ile savaşmamıştık. Dünyadaki pek çok insan COVID-19 pandemisinden dolayı endişe yaşamaktadır. Eğitim şekillerindeki değişiklik nedeniyle, özellikle sınav döneminde olan öğrenciler, bu durumdan ciddi anlamda etkilenmektedir. Bu süreci kaygısız bir şekilde atlayabilmek için öğrencilere, ailelerine ve çevresindeki kişilere birtakım görevler düşmektedir. Lise, üniversite sınavlarına hazırlanan veya herhangi bir sınav sürecinde olan kişilerin öncelikle kendilerini rahatlatması gerekmektedir. Unutmamalısınız ki son derece zor bir zamanda elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Sınav ve salgın stresinin temel ihtiyaçlarınızın önüne geçmesine engel olun. Yeterli ve sağlıklı bir uyku rutinine bağlı kalmak, düzenli beslenmek, mümkün olduğunca egzersiz yapmak, kendinize vakit ayırmak ve sosyal mesafe kuralları içerisinde sevdiklerinizle vakit geçirmek, sınava hazırlanma sürecinde sizi hem ruhsal hem de bedensel olarak sağlıklı tutacaktır.

devamı için tıklayın

Antibiyotik Nedir? Kısa Bir Antibiyotik Rehberi

Antibiyotik nedir? Bir insan vücudunda yaklaşık 100 trilyon kadar hücre olduğu düşünülmektedir. Bu hücrelerin %90’ını vücutta “mikrobiyom” adı verilen topluluğu oluşturan; bakteri, virüs, mantar ve diğer küçük organizmalar oluşturmaktadır [1]. Genetik bilgi kişiye özgü olduğu gibi, insan mikrobiyomu da kişiye özgüdür. Mikrobiyom, bağışıklığın temel bileşenlerindendir. Metabolizmayı ve ilaçların çalışma mekanizmasını etkileyen fonksiyonel bir varlıktır. Mikrobiyomu oluşturan bu mikroorganizmalar cilt, burun, ağız ve sindirim yolu dahil olmak üzere insan vücudunun çeşitli bölgelerinde vücut sağlığını korumada görev almaktadır [2]. İnsanda kolonileşen bazı mikroplar faydalı olduğu gibi, bazı patojenik mikroplar organizmaya zarar verebilmektedir. Aynı şekilde vücudumuz için faydalı bakteriler olduğu gibi zararlı bakteriler de mevcuttur. Bağışıklık sisteminiz, zararlı bakteriler sayıca çoğalmadan ve semptomlara neden olmadan önce onlarla başa çıkabilmektedir. Sağlıklı bir bağışıklık sisteminde beyaz kan hücreleri, zararlı bakterilere saldırır ve hatta bazen belirtiler ortaya çıkmış olsa bile enfeksiyonla başa çıkabilir. Ancak bazen zararlı bakterilerin sayısı hızla ve fazlaca arttığında, bağışıklık sistemi hepsiyle başa çıkamaz. Bu durumlarda bakterilerin neden olduğu enfeksiyon gibi sağlık sorunlarını tedavi etmek için anti-bakteriyel etkilere sahip olan “antibiyotik” ilaçların kullanımı kaçınılmaz olmaktadır. Antibiyotikler, bakterilerin etkinliğini azaltan, büyümelerini yavaşlatan veya durduran maddeleri içeren ilaçlardır [3]. Özellikle enfeksiyon geliştirme olasılığı yüksek kişiler; yani ameliyat olmuş olan, böbrek yetmezliği olan veya kemoterapi alan hastalar, gerektiğinde antibiyotik kullanımına en çok ihtiyaç duyan kişilerdir. Antibiyotikler; soğuk algınlığı, grip gibi virüs kaynaklı oluşan viral enfeksiyonları tedavi edemezler. Bilinen ilk antibiyotik olan penisilin, günümüzde hala kullanılmakla beraber şu an çeşitli tiplerde modern antibiyotikler mevcuttur ve çoğu ülkede sadece doktor tarafından yazılmış reçete ile satışı yapılmaktadır [4]. Antibiyotiğin keşfinden önce gerçekleşen ölümlerin %30’u bakteri kaynaklı enfeksiyonlara dayanmaktaydı [5]. Antibiyotikler, belirli enfeksiyonlara karşı belirlenen dozda ve düzende kullanıldığında ise hayat kurtarabilecek kadar güçlü ilaçlardır. Ancak yanlış kullanım, antibakteriyel dirence yol açmaktadır.

devamı için tıklayın

Koronavirüs Nasıl Bulaşır? Sonbahar ile Grip Mevsiminin Gelmesi, COVID-19 ile Koşulların Zorlaşmasına Neden Olabilir

Sonbahar mevsiminde koronavirüs nasıl bulaşır ve ‘grip mevsimi koronavirüsü artıracak mı’ tarzında sorular merak edilmektedir. Yeni tip koronavirüs hakkında yapılan ilk açıklamalarda, COVID-19’un grip gibi bir hastalık olduğuna dair bilgilendirmeler yapılmıştır. Buna bağlı olarak, yazın başlangıcıyla beraber sıcaklık ve nem seviyeleri yükseldikçe yeni koronavirüsün vaka sayılarının, soğuk havalarda artış gösteren grip gibi salgınlara benzer bir mevsimsel model izleyerek, ilkbahar ve yaz aylarında düşebileceğine dair umutlar vardı. Ancak, geçtiğimiz aylarda elde ettiğimiz veriler, 2019’un Aralık ayında salgını başlayan koronavirüs hastalığının, mevsimsel gripten çok daha ölümcül ve gidişatının çok daha az tahmin edilebilir olduğunu göstermiştir. Virüs ilkbahar ve yaz boyunca da insan sağlığı için aynı şekilde tehdit oluşturmaya devam etmiş ve önlemler sıkı tutulmadığı sürece vaka sayılarında düşüş yerine yükseliş olmuştur [1].

devamı için tıklayın

Bahara Hazırlık: Vücudunuzu Sonbahara Sağlıklı Bir Şekilde Hazırlamanın İpuçları

Bahara hazırlık vücudun sağlıklı yapısını korumak adına son derece önemlidir. Yeryüzündeki tüm canlılar günlerin, ayların ve mevsimlerin döngülerine bağlıdır ve doğal olarak bundan etkilenirler. İnsanlar olarak vücudumuz, zamanın devam ettiğini ifade eden havanın aydınlanması, kararması, soğuması ve ısınmasından etkilenir. İnsanlar sağlıklarını korumak ve uzun bir ömre sahip olabilmek adına binlerce yıldır “Doğa Ana”nın rehberliğini takip etmişlerdir. Yaz boyunca dışarıda aktivitelerde bulunup taze sebze meyveleri tüketmiş, kış döneminde otları demleyerek bağışıklık sistemi sağlıklarını korumaya çalışmışlardır [1]. Ancak zaman ilerledikçe davranışlarımız ve alışkanlıklarımız değişti; paketlenmiş yiyecekleri tüketmeye, yapay ışık kullanmaya ve daha az uyumaya başladık. Toplum olarak doğadan uzaklaşırken, optimum sağlık için beslenme, uyuma gibi alışkanlıklarımıza bağlı olmamıza biyolojimiz bu uzaklaşmaya tam olarak ayak uyduramamıştır. Bu nedenle mevsim geçişleri gibi büyük değişim zamanlarında kendimizi korumaya almamız daha büyük önem taşıyan bir hale gelmiştir. Hava sıcaktan soğuğa değişirken vücudunuzda olan değişimleri anlamak önemlidir. Sonbahar ve kışın başlarında sindiriminiz biraz daha yavaşlar, daha fazla uykuya ihtiyaç duyarız, cildimiz ve solunum yollarımız kurur, bu da bizi enfeksiyonlara ve hava kaynaklı grip gibi viral hastalıklara daha yatkın bir hale getirir.

devamı için tıklayın

Arı Poleni Faydaları: Kimyasal İçeriği, Sağlık Faydaları ve Kullanırken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Arı poleni faydaları sıkça tartışılan konular arasında yer almaktadır. Bazı bölgelerde “Arı ekmeği” olarak da adlandırılan arı poleni, bal arıları tarafından toplanan ve arı kolonisi için besin kaynağı olarak kullanılmak üzere paketlenip kovana getirilen bitki poleni kompleksidir. Karbonhidrat, yağ, protein, vitaminler, mineraller, antioksidanlardan oluşur. Bir çorba kaşığı arı poleni yaklaşık 40 kalori enerji, 7 gr karbonhidrat (4 gr doğal şeker) ve 1 gr lif içerir. Arı salgıları, enzimler, bal-balmumu ve çiçek nektarlarını da içeren bu besin maddesinin içeriği ve özellikleri toplandığı bitkiye, coğrafi bölgeye ve toplayan arının ırkına bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Bunlara ek olarak, tavuk ve sığır eti gibi diğer hayvansal protein kaynaklarına kıyasla yüksek protein içeriğine sahiptir ve bir çorba kaşığı başına iki gramdan fazla protein içerebilmektedir [1]. Doğal beslenme uzmanları tarafından arı poleni; tokoferol, niasin, tiamin, biotin, folik asit, polifenoller, karotenoid pigmentler, fitosteroller, enzimler ve ko-enzimlerin dahil olduğu zengin besin profili nedeniyle süper gıda olarak tanıtılmıştır [2]. Ecza depolarından market raflarına kadar uzanan sağlam bir yere sahip olan arı poleninin potansiyel sağlık faydalarına bakacak olursak:

devamı için tıklayın

Sonbahar Depresyonu Nedir? Sebepleri Nelerdir?

Sonbahar depresyonu kavramı merak edilen bir konu olmaktadır. Akşam soğukları daha sert, ağaçların yaprakları sararmaya başladı ve sonbahar geldi çattı. Günler kısaldıkça ve hava soğudukça, beyniniz ve vücudunuz değişen mevsime pek çok farklı şekilde tepki verir. Ruh halinizden uykunuza, sonbahar mevsimi sizi farklı bir döngüye sokabilir. Daha kısa olan günler ve mevsim değişikliği enerjinizde azalmaya, yorgunluğa, uyuşukluğa ve hüzünlenmenize sebep oluyorsa, mevsimsel bir duygu-durum bozukluğunun klasik semptomlarına sahipsiniz demektir. Mevsimsel duygu-durum bozukluğunun ortaya çıkma sebebinden uzmanlar emin değilken; bazıları mevsimsel değişikliklerin, uyurken ve uyanırken nasıl çalıştığımızı düzenleyen, bazen enerji dolu-uyanık hissetmemize ve diğer zamanlarda uykulu hissetmemize neden olan 24 saatlik ritmi yani sirkadiyen ritmi bozduğunu düşünmektedir.

devamı için tıklayın

Dünya Genelinde Koronavirüs Aşı Çalışmalarında Son Durum Nedir?

Ekim ayı itibarıyla dünya genelinde koronavirüs aşı çalışmalarında son durum merak edilen konular arasında yer almaktadır. COVID-19 pandemisi başladığı zamandan günümüze etkisini hala sürdürmekte, dolayısıyla pandemiden korunmak ve yayılmasını önlemek amacıyla yapılan çalışmalar da, çalışma alanlarını genişleterek devam etmektedir. COVID-19 aşısının geliştirilmesi için yürütülmekte olan 100’den fazla çalışma vardır [1]. 2020 yılı Nisan ayı sonlarında geniş çapta insan klinik araştırmaları başlamış, günümüzde ise pek çok ilaç şirketi ve araştırma kuruluşu, faz 3 çalışmalarını yürütmeye koymuştur. COVID aşısı çalışmaları arttıkça bilim insanlarının aşı hakkındaki endişeleri de artış göstermektedir. Aşı konusundaki beklentiler çok fazla olduğu için, politik veya ekonomik sebeplerden dolayı yapılan denemelerin güvenilirliği netleştirilmeden aşıların piyasaya sürülmesi gibi tehlikeli durumlar söz konusu olabilecektir. Örneğin ABD başkanı Donald Trump, sağlık çalışanlarına açık şekilde kasım ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir aşı istediğini söylemiştir [2]

devamı için tıklayın

Sindirim Sistemi Sağlığı ve Önemi- Nova Nutrica

Sindirim sistemi sağlığı önemsenmesi gereken bir konudur. Sindirim sistemi, besinleri emmek ve atıkları atmak için yiyeceklerinizi parçalamaktan sorumlu organlardan oluşur. Bu organlar arasında sindirim sisteminin kendisi (ağızdan yutak, yemek borusu, mide ve ince bağırsaktan kolona kadar uzanan uzun bir tüp), karaciğer, pankreas ve safra kesesi bulunur. Sindirim sisteminizin çalışma şeklinin diğer vücut fonksiyonlarınıza ve günlük aktivitelerinize büyük bir etkisi vardır. Enerji üretiminden, büyümeye, hücre onarımına kadar pek çok mekanizma ile ilişkili olduğundan; sindirim sisteminizi sağlık tutmak için pek çok sebep vardır. Ayrıca araştırmalar sindirim sistemi ile beyin arasındaki güçlü bağlantı olması nedeniyle, sindirim sisteminizin ruh halini ve genel zihinsel sağlığı etkileyebileceğini göstermiştir [1]. Vücudumuzdaki her sistem birbiri ile bağlantılı olduğundan, sindirim sistemi sağlığı sadece beslenme ile değil, diğer pek çok sistemin sağlığı ile de ilişkilidir. Mide ekşimesi, gaz, şişkinlik ve kabızlık gibi sindirim sistemi sorunları, vücudunuzun diğer sistemlerinde bir şeylerin yolunda gitmediği anlamına gelebilir. Sindirim sağlığındaki değişikliğin ana sebepleri; mide asiditesindeki ve sindirim sisteminizdeki bakterilerin karmaşık ekosistemi olan “gastrointestinal florada”ki değişimlerdir. Bağırsak sağlığı iyi olduğunda, vücuda zarar veren iltihaplanma (inflamasyon) durumunu ve bağışıklıkta zayıflamayı yaşama olasılığınız da azalmaktadır.

devamı için tıklayın

Defne Yaprağı ve Bilinmeyen Faydaları

Defne veya defne yaprağı, kullanımı en eski zamanlardan beri bilinen yemek baharatlarından biridir. Defne yaprakları, özellikle pişirilen yemeklere eklendiğinde, hoş ve tatlı bir aroma verir. Solmuş ve kurutulmuş yapraklar güçlü aromatik etkilere sahiptir ve aylarca saklanabilir. Bitkinin bilgeliği, barışı ve korumayı sembolize ettiğine inanan Yunanlılar ve Romalılar tarafından çok değer verilen[1] defne yaprağının sağlık faydalarına bakacak olursak; Defne Yaprağı Antioksidanlarca Zengindir Taze yapraklarının 100 gramında 46,5 mg C vitamini (Askorbik asit) bulunur ve bu günlük ihtiyacın yaklaşık %77,5’ini sağlar [2]. Askorbik asit, sağlığa zararlı serbest radikallerin vücuttan atılmasına yardımcı olan güçlü doğal antioksidanlardan biridir. Ayrıca bağışıklık sistemi güçlendirici ve antiviral etkilere sahiptir [3].

devamı için tıklayın

Zayıflamış Bağışıklık Sistemi Belirtileri

Zayıflamış bağışıklık sistemi bu dönemde son derece tehlikeli olmaktadır. Evrensel COVID-19 salgının ortasında, çoğu insan pandemiden zarar görmemek için dikkatli olmanın yanında ek önlemler de almaktadır. Kişisel hijyen kurallarına dikkat etmek ve sosyal mesafeye uymak, virüsün yayılmasını önlemenin anahtar adımlarındandır. Ancak bununla birlikte, karşılaşabileceğiniz mikroplara karşı savaşabilecek güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak da fazlasıyla önemlidir [1]. Sık sık hasta oluyor, çoğunlukla yorgun hissediyor veya kaynağını bilemediğiniz pek çok semptoma sahipseniz, bu bağışıklık sisteminizin zayıfladığı anlamına gelebilir. Bağışıklık sisteminin zayıflama sebepleri arasında: Akciğer Rahatsızlıkları [2], Diyabet, HIV [3], Kalp Rahatsızlıkları ve Kanser gibi kronik tıbbi durumlar, Otoimmün hastalıkların tedavi yöntemleri, Kemik iliği veya organ nakilleri [4], İlerlemiş yaş [5], Zayıf Beslenme, Gebelik durumu yer almaktadır. Güçsüz bir bağışıklığa sahip olduğunuzun göstergeleri:

devamı için tıklayın

Yaban Mersini Tüketimi ile Cilt Sağlığından Sindirime Sağlık Faydaları

Yaban mersini tüketimi sağlık anlamında oldukça faydalıdır. Günde en az beş porsiyon meyve ve sebze içeren dengeli ve çeşitli beslenmenin sağlık için en iyisi olduğuna inanmaktayız. Ama özellikle mor yiyecekleri bu kadar özel kılan nedir? Tüm parlak renkli meyve ve sebzeler, vücudumuzu korumada kilit rol oynayan bileşikler olan antioksidanlar içerir, ancak birçok doğal olarak mor renkli gıda, antosiyanin adı verilen belirli bir antioksidan içerir. Bunlar bitkinin koyu kırmızı, mor veya mavi tonlarını veren faydalı bitki pigmentleridir. Doğal olarak antosiyanin içeren besinlerden biri de yaban mersinidir. Yaban mersini, vücuttaki hücrelerin korunmasına yardımcı olan yararlı bir C vitamini; demir emilimi ve sindirim sistemine yardımcı olan çözünür lif içeren doğal bir besin kaynağıdır [1].

devamı için tıklayın

Arı Poleni Etkileri: Ruh ve Beden Sağlığına Olan Faydaları

Arı poleni etkileri saymakla bitmez. Arılar, çiçekli bitkilerden polen toplar ve topladığı bu polenleri kendi sindirim enzimleriyle karıştırırlar. Daha sonra, arı poleni olarak bilinen bu karışımı kovanlara geri taşırlar ve kovanın geri kalanı için bir besin kaynağı olarak orada depolarlar. Bu madde, bal ve balmumu gibi diğer arı ürünleri ile beraber uzun yıllardır toplanmış ve doğal bir sağlık takviyesi olarak kullanılmıştır [1]. Arı poleni mükemmel bir vitamin, mineral, amino asit ve enzim kaynağıdır [2]. Arı poleninin tam besinsel yapısı, polenin hangi bitkiden alındığına bağlı olarak değişkenlik gösterse de, “Molecules” dergisinde yayınlanan bir 2012 analizinde, toplanan 22 organik arı poleni örneğinin içeriğinin ortalama % 67,7 karbonhidrat, %21,8 ham protein, %5,2 ham yağ olduğunu bulunmuştur [3]. Arı poleni çalışmalarının büyük bir kısmı fare gibi kemirgenler üzerinde yapılan araştırmalar olduğundan, daha fazla insan çalışması gerekmektedir. Bu zamana kadar elimizde olan verilere dayanarak:

devamı için tıklayın

Zayıf Bağışıklık Sistemi Varken Nasıl Sağlıklı Kalınabilir?

Zayıf bağışıklık sistemi varken nasıl sağlıklı kalınabilir? Bağışıklık sisteminiz, vücudunuzun sizi çeşitli bakteri, virüs ve diğer mikroorganizmalardan koruyan bir savunma mekanizmasıdır. Bağışıklık sisteminizin zayıflaması durumunda, küçük veya büyük sağlık sorunlarıyla karşılaşabilirsiniz. Bağışıklık sisteminiz sizi herhangi bir enfeksiyona karşı korur. Lökositler olarak da bilinen beyaz kan hücreleri, bağışıklık sisteminizi oluşturmada önemli bir rol oynamaktadır. Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü, beyaz kan hücrelerinin kan damarları yoluyla vücudunuzda dolaşarak sizi dışardan gelen herhangi bir virüs, bakteri vs. saldırısından korunmanızı sağladığı sonucuna varmıştır [1]. Bağışıklık sistemi zayıflamış bir kişi, diğer birçok insandan daha sık enfeksiyon kapma eğilimindedir ve bu hastalıklar daha şiddetli veya tedavisi daha zor olabilir. Alerjik reaksiyonlar, akciğer iltihaplanması, menenjit, bronşit, döküntü gibi cilt enfeksiyonlarına benzer rahatsızlıkları sıklıkla yaşama olasılığı daha yüksektir [2].

devamı için tıklayın

Uyku Sorunları Kalp Sağlığınızı Tehlikeye Atabilir

Hangi alanda uzmanlık yapıyor olursa olsun, tüm sağlıkçılar iyi bir uyku düzeninin sağlığa olan faydaları konusunda hemfikirdirler. Özellikle geceleri 7-8 saat uyuduğunuzda, gündüzleri daha üretken ve işinizde daha konsantre olduğunuzu fark edeceksiniz. Ayrıca uyku uzun vadede genel sağlığınızı da iyi yönde etkileyerek bağışıklık sisteminizin, ruh sağlığınızın ve fiziksel performansınızın gelişip artmasını sağlar. Uykunun faydalarının bu derece belirgin olmasına karşın, yetişkin nüfusun üçte birinden fazlası yeterli miktarda uyumakta zorluk çekmektedir [1]. Kaliteli uyku almak, kalp sağlığınız için de büyük bir öneme sahiptir. Uyku sorunları sağlık açısından ciddi bir risktir. Yeterince kaliteli uyku almak, kalp sağlığınız için büyük bir öneme sahiptir.

devamı için tıklayın

Glütensiz Beslenenlere Alternatif: Hindistancevizi Unu Nasıl Elde Edilir, Faydaları Nelerdir?

Glütensiz bir diyet arayışında, daha tarifler denemeyi istiyor veya bu zamana kadar kullanmış olduğunuz unlardan sıkılmış olabilirsiniz. Mutfağınızda kullandığınız unlara alternatif olarak lezzetli, glütensiz bir seçenek hindistancevizi unu olabilir. Hindistancevizi unu; protein, lif ve sağlıklı yağlar açısından zengindir. Düşük şeker seviyesine, sindirilebilir kalori ve karbonhidrat içeriğine ve düşük glisemik indekse sahiptir. Hindistan cevizi unu ayrıca glütensiz beslenenler (çölyak rahatsızlığı veya sızdıran bağırsak sendromu gibi sindirim sorunları olanlar), paleo diyet yapanlar, diyabet hastaları ve vejetaryenler tarafından da kullanılabilir. Un, hindistan cevizinin öğütülmüş ve kurutulmuş etli kısmından elde edilir. Dıştaki kabuk ortadan kalktığında ve süt ayrıştırıldığında sadece hindistancevizi eti denilen zengin içi beyaz astar kalır. Bu bölüm düşük sıcaklıkta kurutularak toz un haline gelmesi için fırınlanır. İnce hindistancevizi tozu, tahıl veya buğday unlarına benzer. Bu un, diğer kabuklu yemiş unları ve soya unlarına kıyasla düşük karbonhidrat içerir. Diğer buğday alternatiflerine göre kalorisiz lif bakımından zengindir. Hindistancevizi unu, iyi bir protein kaynağı olarak kabul edilir. Zenginleştirilmiş beyaz un, mısır unu veya çavdar ununa göre yüksek protein içeriğine sahiptir [1]. Hindistan cevizi unu alımıyla elde edilebilecek bazı sağlık yararları şunlardır:

devamı için tıklayın

Egzama Tedavisi Sırasında Kullanılabilecek Doğal Alternatif Yöntemler

Egzama tedavisi doğru yöntemlerle yapılmalıdır. Egzama (Atopic dermatitis); kırmızı, pullu veya kuru olan, kaşıntılı döküntülerle karakterize edilen kronik bir cilt hastalığıdır. Genellikle bebeklerde, tipik olarak yanaklarda, dirseklerde veya dizlerde görülen döküntülerle ortaya çıkar. Egzama, yetişkinlikte genellikle daha az görülüyor olmasına rağmen, özellikle kişi alerjenlere veya kimyasal tahriş edicilere maruz kalırsa veya stres altındaysa, rahatsızlık meydana gelebilir. Yetişkinlerde egzama genellikle dirseğin iç kısmında veya diz arkasında bulunur. Egzamalı kişilerde sıklıkla astım, saman nezlesi veya egzamalı aile üyeleri bulunur. Egzama rahatsızlığı, belki de oluşum ve gelişim nedenleri hala tam olarak anlaşılamamış olduğundan dolayı, alternatif tıp alanında diğer dermatolojik rahatsızlıklardan daha büyük ilgi toplamıştır [1].

devamı için tıklayın

Yaygın Olarak Karşılaşılan Antibiyotik Kullanım Hataları

Antibiyotik kullanım hataları ciddi sorunlara yol açabilir. Bakteriyel enfeksiyonların tedavisinde, hastalığın yayılmasının önlenmesinde ve hastalığın ciddi komplikasyonlarının azaltılmasında penisilinin ve diğer antibiyotiklerin faydaları bilimsel olarak uzun süredir kanıtlanmıştır. Fakat, bakteriyel enfeksiyonlar için standart tedaviler olarak kullanılan bazı ilaçlar artık daha az etkilidir veya enfeksiyonlara karşı etkisiz olmaktadır. Bir antibiyotiğin belirli bir bakteri türü üzerinde artık bir etkisi olmadığında, bu bakterilerin antibiyotiğe dirençli olduğu söylenir [1].

devamı için tıklayın

Mikroplara Karşı Savunmada Propolisin Etkileri

Propolisin etkileri merak edilen bir konudur. Arılar tarafından üretilen maddeler, tarih boyunca tıbbi amaçlı tedavilerde kullanılmıştır. Balın şifaları balın türüne göre değişiklik gösterirken; ham bal, pastörize edilmemiş bal besin maddesi ve enzim bakımından zengindir. Bal arıları, balın yanı sıra propolis adı verilen reçine benzeri bir madde de üretirler. Propolis; esas olarak ağaçlardan, çalılardan ve çiçek tomurcuklarından elde edilen, balmumu, uçucu yağlar, polen ve arı tükürüğü bakımından zenginleştirilmiş yapışkan, reçineli bir maddedir. Propolisin bileşimi de aynı balda olduğu gibi, menşei bölgesine ve bölgede yer alan bitki örtüsüne, iklime ve üretildiği mevsime bağlı olarak büyük ölçüde değişir. Şimdiye kadar propoliste 400’den fazla madde tanımlanmıştır ve bunların arasında polifenoller (flavonoid aglikonlar, fenolik asitler ve bunların esterleri, fenolik aldehitler, alkoller ve ketonlar), terpenoidler, steroidler, amino asitler ve inorganik bileşikler gibi çeşitli kimyasal bileşikler bulunmaktadır. Propolisin antibakteriyel, antifungal, antiviral, antioksidan, hepatoprotektif (karaciğer koruyucu) [1] ve bağışıklık sistemi uyarıcı aktiviteleri dahil olmak üzere birçok biyolojik özellik bildirilmiştir. Araştırmaların sınırlı olmasına karşın, propolisin bazı bakteri, virüs ve mantarlardan koruma sağladığı görülmektedir. Propolis, Gram pozitif bakterileri ve daha az ölçüde Gram negatif bakterileri inhibe eder. Propolis ayrıca küf (Aspergillus ve Penicillium) ve mayanın (Candida) büyümesini de engeller. Poliovirüs, influenza A ve B virüsleri, reovirüsler ve HIV’e karşı propolisin antiviral aktivitesi gösterilmiştir.

devamı için tıklayın

Çölyak Hastalığı Nedir? Belirtileri ve Uzun Vadede Sebep Olduğu Sağlık Problemleri Nelerdir?

Çölyak hastalığı nedir sorusu merak edilen konulardan biridir. Çölyak hastalığı, hastalığa genetik olarak yatkın kişilerde ortaya çıkan ve glüten alımının ince bağırsakta hasara yol açtığı ciddi bir otoimmün (vücudun kendi antijenlerine karşı antikor oluşturması durumunda gelişen) hastalıktır [1]. 100 kişiden 1’inde çölyak hastalığı görüldüğü tahmin edilmektedir. Bu hastalığa sahip olan kişiler glüten (buğday, çavdar, arpa vb. bulunan bir protein) içeren besinler yediklerinde, vücutları ince bağırsağa saldıran bir bağışıklık tepkisi oluşturur. Bu saldırılar, besin emilimini destekleyen, ince bağırsağı çevreleyen küçük parmak benzeri çıkıntılar olan villuslarda hasara neden olur. Villuslar hasar gördüğünde, besinler vücuda düzgün bir şekilde emilemez. Çölyak hastalığı, insanlar glüten içeren yiyecekleri veya ilaçları yemeye başladıktan sonra her yaşta gelişebilir. Tedavi edilmediği takdirde çölyak hastalığı ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir.

devamı için tıklayın

RNA Aşısı Geleneksel Aşıdan Hangi Özelliklerle Farklılaşmaktadır?

Yeni geliştirilen gen tabanlı teknoloji, gelecek vaat eden iki koronavirüs aşı adayının geliştirilme sürecinde etkili olduğunu kanıtlamıştır. RNA aşısı bu süreçte etkili rol oynamıştır. Hem ilaç devi Pfizer hem de biyoteknoloji şirketi Moderna, ilgili aşı adaylarını oluştururken haberci/mesajcı RNA (mRNA) kullanmışlardır ve bunların her ikisi de geç aşamadaki klinik deneylerde %90’ın üzerinde etkili olduğunu kanıtlamıştır. Bir tıp profesörü olan William Schaffner [1] , mRNA teknolojisinin “21. yüzyıl bilimi” olduğunu söylemiştir. mRNA aşıları şimdiye kadar geliştirilebilecek en hızlı aşılardır ve pandemiyi sona erdirebilirlerse, yeni bir aşı geliştirme dönemi başlatabilirler. Bu teknoloji, mevcut aşıları iyileştirmek ve bir dizi hastalık için yenilerini oluşturmak için kullanılabilir. Bu yeni teknolojinin güvenlik ve etkinlik açısından eski teknolojilere kıyasla nasıl karşılaştırılacağı önümüzdeki dönemlerde önemli bir ayraç olacaktır. Örneğin, AstraZeneca, değiştirilmiş bir adenovirüs kullanan geleneksel bir aşı geliştirme yaklaşımı kullanmaktadır. Bağışıklığın bu her iki aşı türü için ne kadar sürdüğünü görmemiz için hala zaman gerekmektedir.

devamı için tıklayın

Çölyak Hastalığı Nedenleri, Teşhis ve Tedavisi

Çölyak hastalığı, bağışıklık sisteminin glütene karşı anormal bir bağışıklık vermesi sonucu ortaya çıkan sindirim bozukluğudur. Çölyak hastalığı nedenleri merak edilenler arasında yer almaktadır. Buğday, arpa, çavdar gibi tahıllardan yapılan yiyeceklerde bulunan bir protein olan glütenin sindirilememesi veya parçalanamaması sonucu meydana gelmektedir. Çölyak Hastalığı Nedenleri Nelerdir? Çölyak Hastalığı İçin Kimler Risk Altındadır? Çölyak hastalığı kalıtsal bir hastalıktır, nesilden nesile aktarılabilir [1]. Çölyak hastalığı olan birinci derece akrabası olan kişilerde (ebeveyn, çocuk, kardeş) çölyak hastalığına yakalanma riski 10’da 1 kadardır. Çölyak hastalığı dışında otoimmün hastalıkları ve belirli genetik bozuklukları olan kişilerin, çölyak hastalığına yakalanma olasılığı daha yüksektir. Çölyak hastalığıyla ilişkili durumlar arasında tip 1 diyabet, lupus (kelebek hastalığı), romatizmal eklem iltihabı, tiroid hastalığı, Addison hastalığı, Sjögren sendromu, Down Sendromu, Turner sendromu yer almaktadır [2][3][4][5][6]. Yani Çölyak hastalığı nedenleri için pek çok faktör sayılabilir.

devamı için tıklayın

Bağırsak Sağlığı Dikkate Alınmalı!

Bağırsak sağlığı vücut için son derece önemlidir. Vücudunuzdaki tüm organlar sizinle sürekli olarak iletişim halindedir. Sizinle ilgili ters giden bir şeyler olduğunda bir bakıma kendinize çeki düzen vermeniz için size sinyaller verirler. Bağırsaklarınız, vücudunuzu çalışma düzenine sokmaktan sorumludurlar: Yediğimiz yiyecekleri parçaladığında, enerji üretiminden hormon dengesine, cilt sağlığından akıl sağlığına ve hatta toksin ve atıkların yok edilmesine kadar vücudumuzun işlevlerini destekleyen besinleri emerler. Bağışıklık sistemi elemanlarının yaklaşık yüzde 70’i bağırsakta barındırılmaktadır [1]. Bu nedenle sindirim sistemimizin sağlığını koruyor olmak, bedenimizdeki sıkıntıların çoğunu ele almanın anahtarı olabilir.

devamı için tıklayın

Strese Bağlı Oluşan Yüksek Kortizol Seviyesi Sağlığınızı Olumsuz Yönde Etkileyebilir

Yüksek kortizol seviyesi pek çok olumsuz etki oluşturabilir. Gündelik hayatta stres kaçınılmazdır ve hayatınızda büyük bir rol oynar. Az miktarlarda stres iyi olabilir, sizi hedeflerinize ulaşmanız ve hedeflerinize ulaşmanız için motive edebilir. Ancak çok fazla stres kötüdür ve sizi bunalmış, hatta hasta hissettirir. Bunun nedeni, stresin bağışıklık fonksiyonu üzerindeki olumsuz etkilerinin önemli olmasıdır [1]. Bedeniniz ve zihniniz üzerindeki stres, bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir. Vücudunuz, stres faktörlerinizle başa çıkmak için, maksimum güçte performans gösterme amacıyla maksimum hızda çalışır, bu da bağışıklığınızın zarar görmesine neden olabilir [2]. Öncelikle, vücudunuzun strese nasıl tepki verdiğini anlamak gerekir, böylece stres ve bağışıklığın nasıl bağlantılı olduğunu görebilirsiniz. Ardından, zor zamanlarda kendinizi sağlıklı hissetmenize yardımcı olmak için strese karşı tepkinizi iyileştirmenin yollarını öğrenme yoluna gidebilirsiniz.

devamı için tıklayın

Uyku Hijyeni Sağlamak İçin Öneriler

Tanımlayacak olursak uyku hijyeni, iyi bir gece uykusu çekmenize yardımcı olan alışkanlıkların tamamıdır [1]. Yaygın uyku problemleri (uykusuzluk gibi) genellikle yıllarca hatta on yıllarca güçlenen kötü alışkanlıklardan kaynaklanır. Yaşam tarzı ve tutumunuzda birkaç küçük değişiklik yaparak uyku kalitenizi önemli ölçüde artırabilirsiniz. Vücut Saatinize Uyum Sağlayın Vücudun değişen uyku-uyanma döngüsü beyindeki içsel bir “saat” tarafından kontrol edilir. Çoğu vücut süreci (sıcaklık ve beyin durumları gibi) bu 24 saatlik fizyolojik saate göre senkronize edilir. İyi bir uyku, vücut saatinizle çalışmak anlamına gelir [2]. Vücudunuz yorulduğunuzda size uyku sinyallerini vermeye başladığın uyumak için hazırlanın. Kendinizi yorgun hissetmiyorsanız yatağa gitmeyin. Bu durum uyanık yatmak gibi kötü alışkanlıkları pekiştirmenize neden olabilir.

devamı için tıklayın

Bağışıklık Sistemini Güçlendirmek İçin Bazı Gıdalar

Vücudunuzu “iyi” yiyeceklerle beslemek, bağışıklık sistemini güçlendirmek için yardımcı olur. Soğuk algınlığı, grip ve diğer enfeksiyonları önlemenin; hastalıklara karşı korunmanın yollarını arıyorsanız, yemeklerinizi bu güçlü bağışıklık sistemi güçlendiricileri içerecek şekilde planlayabilirsiniz.

devamı için tıklayın

Doğal Antibiyotik Sayılan Doğal Kaynaklar

Doğal antibiyotik etkisine sahip bazı doğal kaynaklar bulunmaktadır. Penisilin gibi yıllardır reçete edilen antibiyotikler, keşfedildikleri günden bu yana pek çok ölümcül hastalığın tedavisinde devrimsel bir fark yaratmıştır. Ancak bununla birlikte yanlış ve/veya yersiz antibiyotik kullanımının alerjik reaksiyonlardan gastrointestinal rahatsızlıklara kadar değişebilen yan etkileri olduğu da gözlemlenmiştir. Bu sebeplerden dolayı insanlar, daha doğal içeriklere sahip tedavi yöntemlerine ilgi göstermeye başlamıştır. Klinik deneylerle etkinliği kanıtlanmış ve uzmanlar tarafından onaylanmış antibiyotik etkilere sahip doğal kaynaklara bakacak olursak:

devamı için tıklayın

İmmün Yetmezlik Bozuklukları Konusuna Kısa Bir Bakış

İmmün yetmezlik bozuklukları (IYB), vücudunuzun enfeksiyonlar ve hastalıklarla savaşmasını engelleyen bir rahatsızlıktır. Bağışıklık sisteminin vücudu istila eden veya ona saldıran yabancı veya anormal hücrelere (bakteri, virüs, mantar ve kanser hücreleri gibi) karşı savunma yeteneğini bozar. Bu tür bir rahatsızlık, virüsleri ve bakteriyel enfeksiyonlara yakalanma ihtimalinizi yükseltir. Sonuç olarak, olağandışı bakteriyel, viral veya mantar enfeksiyonları veya lenfomalar veya diğer kanserler gelişebilir. IYB genellikle bir ilacın kullanımından veya uzun süreli ciddi bir hastalıktan (kanser gibi) kaynaklanır, ancak bazen kalıtım yoluyla da geçebilir. Yani doğuştan veya edinsel olabilirler [1] .

devamı için tıklayın

Sızdıran Bağırsak Sendromu ve Nedenleri

Bağırsak veya gastrointestinal sistem ağızda başlayan, tüm sindirim yolunu içeren uzun bir tüptür. Gıdanın ilk tüketildiği andan itibaren vücut tarafından emilip dışarı salınmasına kadar olan süreçte işlenmesinden sorumludur. Sağlıklı bir bağırsak, genel sağlığın da bir işaretidir. Bununla birlikte, bağırsak geçirgenliği olarak da bilinen sızdıran bağırsak sendromu bağırsak sağlığınızı bozabilen ve diğer birçok tıbbi durumun yolunu açabilen bir durumdur.

devamı için tıklayın

Sızıntılı Bağırsak Sendromu Belirtileri ve Korunma Yöntemleri

Sızdıran bağırsak sendromu olası nedenlerinden biri, bağırsak geçirgenliğinin artmış olmasıdır. İnce bağırsağın iç yüzeyindeki maddelerin kontrolünden sorumlu olan sıkı bağlantılar düzgün çalışmadığında meydana gelebilir. Bu da istenmeyen maddelerin de kan dolaşımına sızmasına neden olabilir [1]. Sızdıran bağırsak, aşağıdaki semptomlara neden olabilir veya bu rahatsızlıkların gelişmesine yol açabilir: Sindirim sistemi şişkinlik, ishal, gaz veya İrritabl Bağırsak Sendromu Mevsimsel alerjiler veya astım semptomları PCOS (Polikistik Over Sendromu) ve PMS (Premenstrüel Sendrom) gibi hormonal dengesizlikler Romatoid artrit, Hashimoto tiroiditi, lupus, sedef hastalığı veya çölyak hastalığı gibi otoimmün hastalıklar Fibromiyalji veya bağlantılı olarak kronik yorgunluk Depresyon, anksiyete, dikkat eksikliği bozukluğu (ADD) ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi zihinsel sağlık sorunları Akne veya egzama gibi cilt rahatsızlıkları İnsanlarda mantar enfeksiyonu olan Candida aşırı büyümesi Gıda alerjileri, hassasiyetleri Zayıf bağışıklık Eklem ağrısı

devamı için tıklayın

Sindirim Sistemi Sağlığı Hakkında Merak Edilenler

Son zamanlarda sindirim sistemi sağlığı insanların en çok ilgisini çeken konulardan biridir. Sindirim sistemi aslında insanların sağlıklı bir hayat için dikkat etmesi gereken ilk adımlar arasındadır. Bugün sindirim sistemini etkileyen onlarca farklı etken bulunmaktadır. Hatta insanların aklına bile gelmeyecek muhtelif nedenler sindirim sisteminde sorunlara yol açmaktadır. Özellikle belirli aralıklarla değişmeye başlayan yemek kültürü insanların midesindeki sorunları tetiklemektedir. Bulantıdan ekşimeye kadar pek çok mide sorunu süreç içerisinde ortaya çıkmaktadır. Bir diğer yandan teknolojinin insanlara sunduğu yenilikle bile sindirim sitemindeki sorunları tetikliyor. Durum böyle olunca da sindirim sistemine dikkat etmek ve onu korumak çok daha önemli bir hale sokuyor. Yapılan araştırmalar özellikle ülkemizdeki sindirim sistemi sorununu gözler önüne seriyor. Çünkü ülkemizdeki yetişkinlerin yüzde 85’ten fazlası sindirim sistemi sorunu ile karşılaşıyor. Hazımsızlık gibi mide sorunları ise nüfusun yarısını etkiliyor. Alkol, uykusuzluk ve dengesiz beslenme ülkemizdeki mide sorunlarının da temelini oluşturuyor.

devamı için tıklayın

Zayıf Bağışıklık Sistemi Kendini Nasıl Belli Eder?

İnsanlarda zayıf bağışıklık sistemi fazlası ile görünen bir sorundur. Kimi insanların bağışıklık sistemleri doğuştan zayıftır. Fakat kimi insanlarda ise bu zayıflık sonradan meydana gelir. Alınan besinlerden hayat koşullarına kadar her şey bağışıklık sistemi ile doğrudan alakalı bir konudur. İnsan vücudundaki tüm organlar ve sistemler birbirleri ile hareket eder. Bu yüzden bağışıklık sisteminde meydana gelen bir sorun direkt olarak diğer organ ve sistemleri de etkiler. Hatta bağışıklık sistemindeki zayıflık için önlem alınmadığı takdirde hastalıklar ortaya çıkabiliyor. Bu yüzden bağışıklık sistemi için erkenden önlem almak gerekir. Bağışıklık sistemini çökerten hastalıklar son dönemlerde de artmaya başladı. Çünkü günümüzdeki gıdalar ve diğer etkenler bağışıklık sistemini direkt olarak etkiliyor. Gerek ilaçlar ile gerek ise besinler ile bağışıklık sistemini güçlendirmek mümkündür. Fakat besin ya da ilaç ile bağışıklık sistemini güçlendirmeden önce doktor kontrolünden geçmek gerekir.

devamı için tıklayın

Kış Ayında Tüketilmesi Gereken Vitaminli Besinler

Sağlıklı bir hayat için vitaminli besinler sürekli tüketilmelidir. İnsanlar her vitamini belli bir oranda vücuduna almalıdır. Aksi takdirde belli başlı sağlık sorunları ortaya çıkabilir. Vitamin eksikliği insanlarda çok sık görünen bir sorundur. Bu sorunun da belli başlı nedenleri vardır. İlk olarak sağlıksız beslenmek bu sorunu tetikler. Buna ek olarak bir de besinleri mevsiminde yememek insanlarda bazı sorunları ortaya çıkarır. Bazı vitaminler bazı mevsimlerde diğerlerinden daha fazla tüketilmelidir. Özellikle kış ayında insanların tüketmesi gereken besinler son derece önemlidir. İlk akla gelen C vitamini içeren besinler olsa da bundan daha fazlası da vardır. Doğa insanların hangi vitamine ne zaman ihtiyacını olduğunu bilir. İnsanlara sunduğu besinler de bununla doğru orantılıdır. Kış ayı geldiğinde potansiyeli artan hastalık riskine karşı bazı besinler de kendilerini gösterir. Bu besinlerin tüketilmesi bağışıklık sistemini güçlendirerek insanların daha rahat mevsimi atlatmasını sağlar.

devamı için tıklayın

Teknolojinin Sağlığa Zararları Nelerdir?

21.yüzyılda teknolojinin sağlığa zararları hiç olmadığı kadar arttı. Son 20 yıla baktığımızda her gün yeni bir teknolojik çalışmanın ortaya çıktığını görürüz. Teknolojiler, kullanım kolaylığı ve yenilikleri ile gündeme geliyor. Fakat tüm teknolojiler sadece yarar sağlayan özelliklere sahip değildir. Teknolojilerin yararları olduğu kadar zararları da vardır. Hatta günümüzdeki sağlık sorunlarının büyük bir kısmı teknoloji temelli sorunlardır. Hem psikolojik hem de fiziksel pek çok sorun, teknoloji yüzünden meydana geliyor. Bu durum insanların aklında teknoloji hep zararlıdır bakış açısını uyandırmamalıdır. Burada oldukça ince bir çizgi bulunur. O da insanların ihtiyacı kadar teknoloji kullanmasıdır. Bu durum sadece bilgisayar ya da telefon gibi cihazlar için geçerli değil. Aynı zamanda bilgisayar oyunları için de bu durum geçerli. İnsanlar bu oyunlarda normal sürelerde zaman geçirmelidir. Hatta oyunların belli bir zaman insanlara olumlu yanları da yansımaktadır. Bu yüzden teknolojinin her alanı ile insanlar gerektiği kadar zaman geçirmelidir. Aksi takdirde teknoloji yararları ile değil zararlarıyla insanlar etkiler.

devamı için tıklayın

Mide Zarı İltihapları Neden Olur?

Halk arasında gastrit olarak bilinen mide zarı iltihapları pek çok insanın sorun yaşadığı bir hastalık. Gastrit direkt olarak insanların midesinde meydana gelerek bazı sorunları ortaya çıkarır. Fakat bu iltihabın birden fazla türü bulunur. Her mide iltihabının nedeni ve belirtisi aynı olmaz. Gastrit bu farklı iltihaplarının hepsine verilen ortak bir isimdir. Ama yine de gastrit genel olarak mide ülserine neden olan bakteri ile doğrudan alakalıdır. Çünkü bu bakterilerin enfeksiyonu insanlarda direkt olarak gastriti tetikler. Fakat gastritin tek nedeni bu bakteriler değildir. İnsanların kullandığı bazı besinler ya da ilaçlar da gastriti tetikleyen nedenlerdendir. Özellikle bazı ağrı kesicilerin sürekli kullanılması bu hastalığı ortaya çıkarır. Buna ek olarak çok fazla alkol tüketmek de aynı zamanda gastritin nedenlerinden bir tanesidir. Ayrıca gastrit iki şekilde vücutta ortaya çıkarak niyetin gösterir. İnsanlarda en çok görülen gastrit türü akut gastrittir. Sinirsel gastrit belirtileri genel olarak akut gastrittir. Çünkü akut gastrit yavaşça ortaya çıkar ve kronik olması ile dikkat çeker. Diğer gastrit türüne göre akut gastrit çok daha iyi niyetlidir. Bazı vakalarda ise gastrit çok daha kötü sonuçlar ortaya çıkarabilir. Çünkü bu gastrit ülsere ya da mide kanserine dönebilir. Fakat doğru tedavi önlemler ile gastriti bu seviyeye gelmeden iyileştirmek mümkündür. Bunun gastritin erkenden teşhis edilmesi de son derece önemli bir konudur.

devamı için tıklayın

Kalp Sağlığı İçin Tüketilecek Besinler

Her insan için kalp sağlığı üzerinde fazlası ile durulması gereken bir konudur. Kalp hayati öneme sahip organlardan bir tanesi. Bu yüzden insanlar kalplerinin sağlığına fazlası ile dikkat etmelidir. Sağlıklı bir kalp için de en önemli konulardan bir tanesi beslenmedir. Doğru besinlerin tüketilmesi aslında her organ ile doğrudan alakalı bir konudur. Fakat bazı besinler var ki kalbin çok daha sağlıklı olabilmesi için son derece önemli vitaminlere sahiptir. Kalp gibi bir organda çıkacak en ufak sorun birçok büyük sorunların habercisi olabilir. Bu durum çoğu insanın üzerinde pek durmadığı bir konudur. İnsan vücudunun her yerini saran damarlar tüm kanı kalpten alır. Kan pompalayan kalpte yaşanacak bir sorun insan vücudundaki her yeri etkileyebilir. Fakat bundan da kötüsü sorunlar direkt olarak kalbi de etkileyebilir. Kalbin bu sorunlardan direkt olarak etkilenmesi beraberinde büyük hastalıkların zaman kaybetmeden insanları etkisi altına alması anlamına gelir. Yapılan araştırmalar son 50 yıl içerisinde kalp sorunlarının arttığını gözler önüne seriyor. Özellikle 2000 yılından sonra kalp sorunu yaşayan kişi sayısı hiç olmadığı kadar arttı. Bu durum bir rastlantı değil. Aksine beklenen ve olması muhtemel bir süreçti. Çünkü “Fastfood” adı verilen yiyecekler bu dönemde artmaya başladı. Fastfoodlar da kalp sağlığına direkt olarak etki ettiği için kalp sorunlarının artmasında önemli bir etken oldu.

devamı için tıklayın

Kireçlenme Belirtileri Nelerdir?

İnsanlarda kireçlenme belirtileri kendini farklı şekillerde gösterir. Tıp dilinde kısaca “OA” diye bilinen kireçlenme son derece yaygın bir sorun olarak da dikkat çeker. Genellikle her eklemde kireçlenme ortaya çıkabilir. Fakat eklemlerden bazılarında kireçlenme çok daha fazla kendini gösterir. Diz, kalça, boyun ve parmaklar bu anlamda en çok kireçlenme sorunu ortaya çıkaran eklemlerdir. Kireçlenmenin bu kadar yaygın olmasının nedenlerinden bir tanesi her yaştan insanda görülmesidir. Bugün her yaş aralığındaki insanda kireçlenme görülebilir. Fakat 65 yaş ve üzeri kişilerde bu sorun çok daha fazla kendini gösterir. Doğal olarak kireçlenmenin her yaş aralığındaki etkisi ve sonucu da aynı değildir. Örneğin 40 yaşında kireçlenme yaşayan bir kişi ile 70 yaşında kireçlenme yaşayan bir kişi aynı sorunları yaşamaz. Doğal olarak da insanların yaşları ilerledikçe kireçlenme sorununa daha fazla dikkat etmesi gerekir. Özellikle kireçlenmenin yaygın görüldüğü eklemlere bu yüzden ayrı bir dikkat penceresi açmak gerekir.

devamı için tıklayın

Kolesterol Belirtileri ve Kolesterolün Sebebi Nedir?

Belli bir yaştan sonra insanlarda kolesterol belirtileri kendini göstermeye başlar. Kolesterol baktığımız zaman, son dönemlerde kendini göstermeye başlayan bir sağlık sorunudur. Bununla birlikte de kolesterol fazlası ile tartışılan bir konu olmayı başarmıştır. Günümüzde pek çok insan kolesterol sebepli kalp ve damar hastalıklarından şikayetçidir. Kolesterol genel olarak hayvansal gıdalardan insan vücuduna gelerek kendini gösterir. Fakat burada bilinmesi gereken önemli bir nokta daha var. O da kolesterolün sadece dışardan alınmadığıdır. Kolesterol aynı zamanda insan vücudunda da sentezlenen bir şeydir. Kandaki değerler ölçülerek insan vücudundaki kolesterolün seviyesi belirlenir. Çok yüksek seviyelere ulaştığı takdirde de kolesterol pek çok kronik hatalığı da beraberinde getirir. Bu yüzden kolesterol yüksekliği vücutta ne yapar gibi bir sorunun kısa bir cevabı yoktur. Kolesterol pek çok sorunun temel sebebi olarak karşımıza çıkabilir. Ayrıca kolesterol her yaştaki insanın yaşaya bileceği bir sorundur.

devamı için tıklayın
 
Önceki | Sonraki

Alışveriş Sepetim