0

Makaleler » Blog

Birçok Faydasıyla; ISIRGAN OTU

Eskiden annelerimiz, anneannelerimiz, babaannelerimiz bahçeden ısırgan otu toplar ve saçlarına uygularlarmış. Günümüzde hala saçlarımıza ısırgan otlu şampuanları uyguluyoruz. Hepimiz ısırgan otunun saçlarımıza faydasını biliyoruz ama kaçımız ısırgan otunun insan sağlığına başka yararlarını biliyor ? Şimdi banyolarımızdan eksik etmediğimiz bu ota bir de biz yakından bakalım ve sağlığımıza başka yararları var mı inceleyelim. Isırgan otları, Batılı herbalistler arasında kullanılan temel bir maddedir ve çoğunlukla sebze yeşili, meyve suyu, çay ve dondurularak kurutulmuş ürünler olarak, çoğunlukla kan besleyici tonik olarak ve mevsimsel nezle için kullanılır [1].

devamı için tıklayın

MISIR PÜSKÜLÜ

Çocukken yazın gelmesini mısır yüzünden dört gözle beklerdik. Yaz gelse mısır çıksa haşlansa da yesek derdik. Mısırlar pazardan alınır, sarı püskülü çöpe atılır, yıkanır ve haşlanmaya bırakılırdı. Değişen yaşam koşulları, sağlığımıza giderek daha dikkat etmemiz sonucunda diyetimizden mısırı çıkardık. Ama belki de yanlış yaptık. Hatta belki de en başından yanlış yapıp mısır püskülünü çöpe attık. Şimdi çöpe attığımız ama sağlığa oldukça faydası olan mısır püskülüne bir de biz yakından bakıp tanıyalım. Mısır püskülü, hala mısır işlemesinden kaynaklanan atık olarak kabul edilen mısır bitkisinin bir parçasıdır; Bununla birlikte, mısır püskülünün aslında fonksiyonel gıda bileşenleri ve/veya nutrasötikler olarak geliştirilme potansiyeline sahip olduğu bilinmektedir. Mısır püskülü potansiyel uygulamaları, kimyasal bileşimi ile flavonoidler ve fenolikler gibi insan sağlığı üzerinde yararlı etkileri olan biyoaktif bileşiklerinin etki mekanizmaları ile yakından ilgilidir [1].

devamı için tıklayın

Mutfaktan gelen sağlık: KEKİK

Bütün et yemeklerimizi tatlandırmak için kekik kullanırız. Bazı hayvancılar özellikle, hayvanlarını kekikle besler ki etleri daha lezzetli olsun. Hatta bazen taze kekiği sadece kokusu için toplarız. Mutfağımızdan, soframızdan, evimizden ayırmadığımız kekiğin tek faydası sadece yemekleri tatlandırıp, güzel koku yaymak mıdır ? Başka işlevleri de var mı ? Gelin bu soruların cevabına birlikte bakalım.

devamı için tıklayın

Veganlar ve Vejetaryenler İçin Protein Kaynakları

Protein, vücudumuzun ağırlığının yaklaşık %17’sini oluştururken, beslenmemizin önemli bir parçasıdır ve kaslarımızın, cildimizin, iç organlarımızın, özellikle kalp ve beynimizin yanı sıra gözlerimizin, saçlarımızın ve tırnaklarımızın ana bileşenidir. Bağışıklık sistemimiz, enfeksiyonlarla savaşmak için proteinlere ihtiyaç duyar ve protein, kan şekeri regülasyonunda, yağ metabolizmasında ve enerji fonksiyonunda da rol oynar [1]. Dünya genelinde, protein kaynağı denildiğinde akla gelen ilk ürünler arasında hayvansal gıdalar yer almaktadır. Örneğin, protein kaynağı olarak etin düzenli olarak diyetin bir parçası olması; çevresel ve sağlıksal pek çok soruna neden olabilmektedir. Bu tartışmalar göz önüne alındığında, sürdürülebilir bir alternatif arayışında olmak kaçınılmaz olmuştur. Giderek daha fazla insan, vejetaryen veya vegan diyetlerini takip etmeye ve hayvansal ürün kullanımını azaltmaya başlamıştır [2].

devamı için tıklayın

Yüksek Antioksidan Kaynağı; HİBİSCUS

Son yıllarda hayatımızda giren hibiscusu hepimiz duymuşuzdur. Hibiscus (Hibiscus sabdariffa), yaygın olarak kullanılan adıyla “roselle” veya “kerkede” mutfaklarımıza daha çok çay olarak girmeye başladı. Artık neredeyse sürekli içmeye başladığımız bu çayın faydalarına bir de biz bakalım ve mutfağımızın yeni demirbaşını yakından tanıyalım. Hibiscus Bitkisi Yaygın olarak “roselle (kerkede)” olarak adlandırılan Hibiscus sabdariffa, Malvaceae familyasının bir üyesidir. Dünya çapında ün yapan tıbbi bir bitkidir ve dünyadaki tropikal ve subtropikal bölgelerde dağıtılan üç yüzden fazla türe sahiptir. Roselle daha sıcak ve daha nemli bir iklimde çeşitli toprağa uyum sağlayabilir. Roselle sitrik, malik, tartarik ve allo-hidroksitik asitler dahil organik asitler bakımından zengindir. Bitki ayrıca Beta karoten, C vitamini, protein ve toplam şeker içeriği ile bilinir. Tıbbi olarak önemli olan ve fotokimyasal olarak adlandırılan bileşiklere sahip olan Roselle, beslenme ve tıbbi özellikleri ile iyi bilinmektedir. Roselle’nin tohumlar, yapraklar, meyveler ve kökler dahil olmak üzere pek çok kısmı, çeşitli gıdalarda ve ayrıca bitkisel ilaçlarda, potansiyel bir farmakolojik olmayan tedavi olarak kullanılır. Roselle’den farklı ekstraktlar, birçok kardiyovasküler bozukluk, helmentik hastalık ve kanser dahil olmak üzere farklı tıbbi problemlerin tedavisinde destekleyici rol oynar. Bitki ayrıca bir antioksidan görevi görür ve obezite yönetiminde kullanılır [1].

devamı için tıklayın

Laboratuvardan Tabağınıza: Yapay Et

Yapılan bilimsel çalışmalarla laboratuvarda ‘yapay et’ üretildi. Üretim maliyetleri azaldıkça ve yapılan çalışmalarla birlikte faydaları da netleştikçe, yapay etin market raflarında yer alacak olması kaçınılmaz gibi görünüyor. Laboratuvar Üretimi Etin Avantajları Yapay et üretimi, özellikle hayvan severlerin rahatsız olduğu hayvan zulmünü neredeyse sıfıra indirmektedir. Çevre Bilimi ve Teknolojisi ekipleri tarafından yapılan bir araştırma, laboratuvarda gerçekleşen üretimin, geleneksel et üretimiyle ortaya çıkan zararlı sera gazlarının atmosfere salınımını %96, arazi kullanımını %99 oranında azaltabileceğini göstermiştir [1]. Bu kazanılan yeşil alanlar, milli parklar olarak değerlendirilebilir.

devamı için tıklayın

Hindistancevizi Sütü Hakkında Bilmeniz Gerekenler

Güney Doğu Asya’da bol miktarda yetişen hindistancevizi, lezzeti ve sayısız sağlık yararları ile ünlü bir besindir. Yan ürünlerinden biri olan hindistancevizi sütünün, dünyadaki en sağlıklı gıdalardan biri olduğu bilinmektedir. Tayland ve diğer Güneydoğu Asya mutfaklarında sıklıkla bu süte rastlanır. Ayrıca Hawaii, Hindistan ve bazı Güney Amerika ve Karayip ülkelerinde de popülerdir. Hindistancevizi Sütü Nasıl Elde Edilir? Hindistan cevizi sütü ile suyu sıkça karıştırılmaktadır. Suyu hindistancevizi içindeki sıvı iken, sütü meyvenin etli beyaz kısmından elde edilir [1]. Farklı yöntemlerle, farklı akışkanlıklara ve yağ miktarlarına sahip hindistancevizi sütü yapılabilmektedir. C vitamini, folat, selenyum ve diğer iz minerallerinin yanı sıra, magnezyum, bakır, demir için harika bir kaynaktır. Bununla birlikte, hindistancevizi sütü bazı doymuş yağlarca yüksektir, bu nedenle ölçülü olarak tüketilmesi gerekmektedir [2]. Bir bardak hindistancevizi sütü, epey iyi miktarda protein ve lif içermektedir. Bu da onun çok yönlü ve besleyici bir içecek olmasını sağlar. Hindistan cevizi sütü; laktoz, soya, yemiş ürünleri veya tahıllardan arınmış olduğu için, süt ve diğer tahıl bazlı sütlere alerjisi olan herkes için iyi bir seçenektir. Ayrıca, veganlar ve bitki temelli beslenenler için sağlıklı bir seçenektir [3]. Hindistancevizi sütü, sağlık için faydalı olan ürünlerde klasik olarak rastladığımız kötü tat-koku yerine sahip kremamsı dokusu ve hafif doğal tatlılığıyla tüketimini kolay hale getirmektedir.

devamı için tıklayın

Üzerine Çekilen İlgiyi Fazlasıyla Hak Eden Arı Poleni

Bal arıları, bitkilerden polenleri toplayıp arı kovanına koloni için yiyecek olarak taşıyıp depolarlar. Arı poleni ise; bu toplanan çiçek poleni, nektar, bal, balmumu, arı sindirim enzimleri ve salgılarının bir karışımıdır [1]. Son zamanlarda arı poleni sağlıkçıların ilgisini çekmeye başlamıştır. Çünkü besinler, aminoasitler, vitaminler, lipitler ve 250’den fazla aktif madde içerir [2]. Bunlar, insan vücudunun gelişmesi için gerekli olan besin maddelerinden neredeyse tümünü kapsamaktadır. Hacimce küçük olmasının aksine besin maddeleriyle dolu olması; yumurta, et gibi diğer hayvansal gıdalarla kıyaslandığında, aynı miktarlardaki arı poleninin çok daha fazla protein ve aminoasit içermesi onu süper gıdalardan biri haline getirmiştir. Tüm bu sebeplerden ötürü arı poleni, Alman Federal Kurulu tarafından resmi bir ilaç olarak kabul edilmiştir [3].

devamı için tıklayın

ALOE VERA

Güzellik ürünleri reklamlarında, sürekli “içeriğindeki aloe vera sayesinde” yada “aloe veralı ürün” diye çok fazla bu replikler geçer. Peki aloe veranın güzelliğimize yardım etmek dışında başka özellikleri de var mıdır ? İnsan sağlığına etki eder mi ? İçeriğinde neler bulunur ? Gelin bu soruların cevabına birlikte bakalım. Aloe vera, insanlık için birçok kullanımı olan bitki türlerinden biridir. Alternatif bir ilaç olarak ve aynı zamanda kozmetik bir ürün olarak yıllardır yaygın olarak kullanılmaktadır. Gençleştirici, yatıştırıcı ve iyileştirici özellikleri nedeniyle, peptik ülser, sindirim problemleri, cilt tahrişi ve çeşitli cilt lezyonları gibi çeşitli tıbbi rahatsızlıklarda kullanılmıştır. Ayrıca apthous ülser, diş eti iltihabı ve periodontitis gibi ağız problemlerinde ve çeşitli mantar ve viral hastalıklarda faydalı olduğu bulunmuştur [1].

devamı için tıklayın

ELMANIN YARARLARI

Elma yılın on iki ayında dört mevsiminde de bulunur. Yeşili, kırmızısı, sarısı, tatlısı, ekşisi hem görüntü olarak hem de tat olarak insanlara cazip gelmektedir. Kışın hasta olduğumuzda ıhlamurla kabuğunu kaynattığımız, diyet yaparken canımız tatlı istediğinde yediğimiz fonksiyonel bir meyve olan elamanın sağlığa birçok yararı vardır. Şimdi bu fonksiyonel meyveye bir de biz yakından bakalım. Elma engin bir antioksidan fitokimyasal kaynağıdır Elmalar, dünyadaki en eski ve popüler meyvelerdendir. Çin şu anda dünyanın en büyük elma üreticisidir. Elmalar çoğunlukla taze tüketilirken, içecek, reçel, jöle ve diğer yiyecek formlarında işlenir. Elmada da bolca bulunan polifenoller biyoaktif antioksidan bileşiklerdir. Yapılan çalışmalar, meyve ve sebzelerde yüksek bir diyetin kardiyovasküler hastalık ve kanser gibi kronik hastalık riskini azaltabileceğini ve meyve ve sebzelerdeki fenolikler, flavonoidler ve karotenoidler de dahil olmak üzere fitokimyasalların kronik hastalık riskinin azaltılmasında önemli bir rol oynayabileceğini göstermektedir. Elmalar, yaygın olarak tüketilen, zengin bir fitokimyasal kaynağıdır ve çeşitli çalışmalar, elma tüketimini bazı kanser, kardiyovasküler hastalık, astım ve diyabet riskinin azalmasıyla ilişkilendirmiştir. Laboratuvarda elmaların çok güçlü antioksidan aktiviteye sahip olduğu, kanser hücrelerinde etkili olduğu, lipit oksidasyonunu azalttığı ve kolesterolü düşürdüğü bulundu. Elmanın fitokimyasal bileşimi, farklı elmalar arasında büyük farklılıklar gösterir ve ayrıca meyvenin olgunlaşması ve olgunlaşması sırasında fitokimyasallarda küçük değişiklikler olur. Depolamanın elma fitokimyasalları üzerinde etkisi çok azdır veya hiç etkisi yoktur, ancak işlem, elma fitokimyasallarını büyük ölçüde etkileyebilir [1, 2].

devamı için tıklayın

Sağlıklı Alışkanlıklar ve Mutlu Bir Yaşam

Bunları Günlük Rutininize Ekleyerek Daha Mutlu Olmanız Mümkün Mutluluk herkes için farklı bir şeyle tanımlanabilir; arkadaşlarınızla geçirdiğiniz güzel vakit, hayallerinizi gerçekleştirmek veya kendinizi olduğunuz gibi kabul etmek size mutluluğu ifade edebilir. Gerçek şu ki, mutluluktan kastınız ne olursa olsun daha memnun ve hoşnut bir hayat sürmeniz mümkün. Alışkanlıklar Önemlidir Kötü alışkanlıkların hayatınıza olan etkilerini ve nasıl yer etmiş olduklarını en çok da onlardan vazgeçmeye çalıştığınızda anlarsınız. Aynı şekilde iyi alışkanlıklarınız da hayatınıza yerleşmiştir. Peki neden bu olumlu alışkanlıkları edinmek rutininizin bir parçası olmasın?

devamı için tıklayın

Trend Alarmı: Soya Sütü!

Kahvenizi soya fasulyeli alır mıydınız? Daha doğru bir ifadeyle soracak olursak, soya fasulyesinden süzülerek elde edilmiş olan sütü, günlük diyetinize eklemeye hazır mısınız? Soya sütü, özellikle popüler kültürün de etkisiyle, son zamanlarda adını çok daha sık duymaya başladığımız, bitkisel bir protein kaynağıdır. Süt ürünlerine alerjiniz varsa veya genel olarak inek sütünün tadından hoşlanmıyorsanız, benzer bir alternatif olarak soya sütüne yönelebilirsiniz. Soya Sütü Nasıl Elde Edilir? Soya sütü; bezelye ailesi üyesi bir baklagil olan soya fasulyesinden özütlenen, yağsız bir süt ürünüdür. Soya sütü ve diğer soya ürünleri, Asya mutfağının geleneksel hammaddesidir. Soya ürünleri, protein içeriği yüksek olduğu için et içeren ve vejetaryen olmayan yemeklerin yerini alabilirler. Bu da onları, vegan ve vejetaryen diyetleri takip eden insanların arasında popüler hale getirmektedir.

devamı için tıklayın

Diyabet Hastalığı Nedir?

Diyabet Hastalığı Neredeyse her evden bir kişiye diyabet tanısı konulmuştur yada diyabet diyabetten bir şekilde şüphelenilmiştir. Değişen yaşam ve çevre koşullarıyla birlikte hem Tip 1 ve Tip 2’nin hem de gebelik diyabetinin arttığı görülmektedir. Peki diyabet nedir ? Diyabet tedavi edilmez ise neler başka neler olur ? Diyabetin nedenleri nelerdir ? Gelin bu soruların cevabına birlikte bakalım. Doktorlar tarafından diabetes mellitus olarak adlandırılan diyabet hastalığı, insülin üretimi yetersiz olduğu veya vücudun hücrelerinin insüline doğru tepki vermediği için kişinin yüksek kan glukozuna (kan şekeri) sahip olduğu metabolik hastalıkları açıklar. Kan şekeri yüksek olan hastalar tipik olarak poliüri yaşar (sık idrara çıkma), gittikçe susamış (polidipsi) ve acıkmış (poliphaji) olurlar [1].

devamı için tıklayın

Diyabette Beslenme

Tip 2 diyabetin beslenme ile arasındaki ilişki herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Peki Tip 2 Diyabet ile beslenmemizin arasındaki ilişki nedir ? Uygulanan çeşitli diyetlerin Tip 2 Diyabete bir faydası var mı ? Gelin bu soruların yanıtlarına birlikte bakalım. Diyabet, özellikle tip 2 diyabet, dünyadaki en hızlı büyüyen halk sağlığı sorunlarından biridir. Dünyadaki diyabet hastası sayısının önümüzdeki 25 yıl boyunca mevcut değerinden 190 milyondan 325 milyona yani iki katına çıkacağı tahmin ediliyor. Tüketilen yiyeceğin miktarı ve türü insan sağlığının temel belirleyicisidir. Diyet, diyabet dahil olmak üzere bir çok hastalık ile bağlantılı ana faktörlerden biridir. Sadece diyet, oral hipoglisemik ilaçlar ile diyet veya insülin ile diyet içeren yaklaşımlar diyabetin genel yönetiminin önemli bir yönünü oluşturur. Diyet yaşa, kiloya, mesleğe vb. bağlı olarak kişiselleştirilebilir [1].

devamı için tıklayın

Badem Sütünün Şaşırtıcı Sağlık Faydaları

Badem sütü, son zamanlarda popüler hale gelmiş, sağlıklı bir süt alternatifidir. Kilo alma korkusu olmadan dondurma yediğinizi düşünün. Rüya gibi geliyor ancak gerçek. Badem sütü, diğer süt formlarının aksine inanılmaz derecede düşük kalori miktarına sahiptir. Kilo vermeyi desteklemenin yanısıra; kalp, cilt, beyin ve iskelet sistemi sağlığını da desteklemektedir [1]. Cildiniz vücudunuzdaki en büyük organdır. Sizi sararak sayısız hastalıklardan korur. Bu nedenle cildin iyi durumda olduğundan emin olmak gereklidir. Badem sütü, zengin E vitamini kaynağıdır ve cildinizi güneşin zararlarına karşı korumakla kalmaz, onun sağlığını da düzenleyen bir antioksidandır [2]. E vitamini göz sağlığınızı da artırabilir. Araştırmalar, bu antioksidanın oksidatif stres ile nasıl mücadele ettiğini ve katarakt gibi ciddi göz hastalıklarını önlediğini göstermektedir [3]. Marketlerden aldığınız paketlenmiş badem sütü içinde tatlandırıcılar gibi pek çok katkı maddesi bulunabilir. Ancak doğal ve saf badem sütü, az miktarda karbonhidrat ihtiva eder ve kan şekeri seviyelerinizde önemli derecede etkili olmaz. Bu nedenle, diyabet riski altında olan kişiler için iyi bir alternatif olmaktadır [4].

devamı için tıklayın

Yabanmersininin Bilimsel Olarak Kanıtlanmış Sağlık Faydaları

Yaban mersini, bilimsel adıyla Vaccinium myrtillus; mavi renkte, yenilebilir bir çalı meyvesidir. Sadece tatlılarımıza renk katmakla kalmaz, aynı zamanda lezzetli ve sağlığınız için de harika bir atıştırmalıktır. İlkbahar ve yaz ayları taze yaban mersini tüketmek için ideal dönemlerdir. Meyveleri küçük boyutlarına rağmen güçlü sağlık faydalarına sahip olan antioksidanlar ve bitkisel besinler ile doludurlar. Düzenli olarak tüketildiğinde kalp hastalıkları, kanser hastalıkları, beyin yaşlanması ve daha birçok rahatsızlıktan korunmada yardımcı olurlar. Yaban Mersininin Zengin Besin İçeriği Yaban mersini, hücrelerin zarar görmemesini engelleyen ve demir emilimine yardımcı olan mükemmel bir C vitamini kaynağıdır. Ayrıca, şekerin kan dolaşımına karışma hızını yavaşlatan ve sindirim sistemine destek olan çözünebilen lifleri içerir. Kalorisi düşüktür, 150 gramıyla yaklaşık 3,6 gram lif temin eder, bu da günlük lif ihtiyacınızın yüzde 14’ünü sadece bir porsiyonla karşılamış olur. Meyveye rengini vermekten sorumlu olan ellagik asit ve antosiyanidinler gibi doğal fitokimyasallar bakımından oldukça zengindir [1]. Bu fitokimyasallar, vücudu pek çok hastalığa karşı korumaya yardımcı olan antioksidan etkilerinden dolayı uzun süredir araştırmacıların dikkatini çekmektedir.

devamı için tıklayın

KARAHİNDİBA Sağlığa Etkileri

Çiçekler açtı. Açan çiçeklerden biri de karahindibalar. Karahindiba tohumlarını alıp üflmek için yada güzel sarı çiçeklerini toplamaya başladık. Peki bu sıkça gördüğümüz bitkinin sağlığımıza bir yararı var mı yada sadece estetik bir bitki mi? Gelin birlikte bu sorunun cevabına yakından bakalım. Karahindiba (Taraxacum officinale), Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika ve Asya’da doğal olarak yetişen tanınmış bir tıbbi bitkidir. Karahindiba çeşitli besleyici ve biyolojik olarak aktif madde kaynağıdır. Kök ve yaprakları vitamin (A, K, C ve B kompleksi), mineraller (kalsiyum, magnezyum, potasyum, çinko ve demir), mikro besinler, lif, lesitin ve kolin içerir. Bitkinin çeşitli kısımları, bitkisel bir ilaç olarak uzun bir kullanım geçmişine sahiptir; Bu bitkinin kökleri ilk olarak sindirimi arttırmak için düşünülür. Ayrıca, kökler genellikle safra üretimini uyarması, toksinleri uzaklaştırmaya ve hidrasyon ile elektrolit dengesini yeniden kurmaya yardımcı olması nedeniyle karaciğeri desteklediği söylenebilir. Karahindiba yaprakları, sindirim uyarıcı ve idrar söktürücü olarak başarıyla kullanılabilir [1].

devamı için tıklayın

Kolajence Zengin Besinler ve İçerikleri

Tüm hayvanlarda birincil yapısal madde olarak bulunan kolajen, memelilerde yani bizde de bol miktarda mevcut olan proteinlerden biridir. Son yıllarda tıbbi özelliklerinden dolayı hakkında yapılan araştırmalar artmış ve bu önemli bileşiği çoğumuzun yeterli miktarlarda alamıyor olduğu ortaya çıkmıştır. Kolajen; cildimizdeki bağ dokusunun, kemiklerin, kasların, kıkırdakların, tendonların, kan damarlarının ve bağırsakların ana bileşenidir [1]. Kısacası kolajen, iskelet ve iç organlarımızı yerinde tutmak için vücudumuzun sürekli olarak ürettiği tutkal benzeri bir madde gibi davranır. Pek çok kolajen tipi vardır ancak vücudumuz esas olarak tip 1, 2 ve 3 kolajenden oluşmaktadır [2].

devamı için tıklayın

Defne Yaprağı ve Yağının Sağlığa Yararları

Tazeleyici, tatlı, enerji verici, kokusuyla bilinen defne yaprağı, eski zamanlardan beri mutfaklarda popüler olan, sofralarda yemekleri süsleyen bir bitkidir. “Lauraceae” ailesine ait olan defnenin latince adı “Laurus nobilis” olarak bilinir. Orijininin Asya bölgesi olduğuna inanılmakla birlikte Akdeniz bölgesinde de yayılış göstermiştir. Masallara bile konu olmuş defne yaprakları uzun ve asil bir geçmişe sahiptir. Eski Romalılar ve Yunanlılar, büyük ve başarılı insanları taçlandırmak için gerçek defne yapraklarından taç yaparlarmış [1]. Sağlık faydalarından dolayı her dönem kıymeti bilinmiş bir bitkidir; idrar söktürücü veya terletici gibi bir çok farklı fonksiyonuyla tarih boyunca kullanılmıştır. Peki bu kullanımların bilimsel çalışmalarda ölçülebilir bir karşılığı ve bilimsel olarak defne yaprağının kullanım alanları mevcut mudur, gelin beraber bakalım.

devamı için tıklayın

DİYET ve AKCİĞER SAĞLIĞI

Sigara, nargile ve benzeri ürünler tüketmeyerek, düzenli egzersiz yaparak akciğerlerimizi koruyoruz. Peki bu yaptıklarımızı diyetimizle destekliyor muyuz? Peki akciğer sağlığımızı desteklemek için neler tüketmeliyiz ? Nasıl bir diyet uygulamalıyız ? Gelin bu soruların cevabını birlikte arayalım. Diyet Akciğer Sağlığına Önemli Bir Katkıda Bulunabilir Vitaminler, mineraller, antioksidan bileşenler, yağ asitleri, probiyotikler ve prebiyotik tüketimi ve spesifik diyet düzenlerine bağlılık, solunum yolu hastalıklarının gelişimi ile ilişkilendirilmiştir [1]. Çeşitli diyet düzenleri solunum yolu hastalığı riskine bağlanmıştır. Akdeniz diyetinin, epidemiyolojik çalışmalarda alerjik solunum hastalıklarına karşı koruyucu etkileri olduğu bulunmuştur. Bu diyet kalıbı, minimal işlenmiş bitkisel gıdaların bol tüketimi; meyve, sebzeler, ekmekler, tahıllar, baklagiller, kuruyemişler ve tohumlar, düşük-orta dereceli süt ürünleri, balık, kümes hayvanları ve şarap tüketimi ile düşük kırmızı et tüketimini içerir. Yüksek miktarda zeytinyağı tüketimi, düşük doymuş yağ içeren bir diyet sağlar. Çocuklarda, birçok çalışma Akdeniz diyetine bağlılığın alerjiler, hırıltılı soluma ve astım semptomları üzerinde koruyucu bir etkiye sahip olduğunu göstermiştir. İspanya’da yapılan bir araştırmada, hamilelik sırasında Akdeniz diyeti ağırlıklı beslenmenin, çocuklarda mide rahatsızlıklarına karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Japonya’da yapılan bir çalışmada, Akdeniz diyetine uyma ve astım kontrolü arasında güçlü bir ilişki olduğunu bildirmesine rağmen, yetişkinlerde bu diyet düzenini destekleyecek daha az kanıt vardır [2].

devamı için tıklayın

Kraliçelere Layık Süt: Arı Sütü

Kraliçe arılar şaşırtıcı bir şekilde işçi arılarla aynı genetik yapıdadırlar. Fakat, küçük larva hallerinden ölecekleri güne kadar farklı bir diyetle beslenen bu arılar, işçi arılardan ayrılmış olurlar. Bu farklı yemek planı, kraliçe arının fizyolojisinin ve davranışlarının işçi arılardan tamamen farklı şekilde gelişmesine neden olur. Bu mucizevi besinin adı ise arı sütüdür. Arı sütü; bal arıları tarafından kraliçe arıları yetiştirmek için üretilen, kremamsı beyaz bir maddedir. İçeriğinde yaklaşık %60-%70 su, %12-%15 protein, %10-%16 şeker, yağ, vitamin, tuz ve amino asit bulunur. Arı sütünün içeriği coğrafyaya ve iklime bağlı olarak değişir [1]. Adıyla bile dikkat çekici olan, merak uyandıran bu ürün gerçekten dikkate değer midir?

devamı için tıklayın

KARACİĞER: Vücudumuzun Fabrikası

En hayati organlarımızdan bir tanesi karaciğerdir. Peki bu hayati organı koruyor ve kolluyor muyuz? Eğer bunları yapıyorsak nasıl yapıyoruz? İçtiğimiz detoks sularının karaciğere bir faydası var mı ve karaciğer detoks için hayati bir organ mı? Gelin bu soruların cevabına birlikte bakalım. Karaciğer Fonksiyonları Nelerdir? Karaciğer, karın boşluğunun sağ üst kısmında, diyaframın altında ve midenin, sağ böbreğin ve bağırsakların üzerinde bulunur. Kara kırmızımsı-kahverengi bir organ olan karaciğerin birçok işlevi vardır. Karaciğer kandaki çoğu kimyasal seviyeyi düzenler ve safra denilen bir ürün salgılar. Safra, yağları parçalamaya, daha fazla sindirim ve emilim için hazırlamaya yardımcı olur. Mideden ve bağırsaklardan çıkan kanın tamamı karaciğerden geçer. Karaciğer bu kanı işler ve parçalar, dengeler ve vücudun kullanması için besin maddeleri oluşturur. Ayrıca kandaki ilaçları vücudun kullanımı için daha kolay formlara dönüştürür. Karaciğer ile birçok hayati fonksiyon tanımlanmıştır [1].

devamı için tıklayın

NANE

Nane, her mutfakta bulunan ve yaygın kullanılan bitkilerden biridir. Naneli sakız, naneli şeker, çorbamızdaki kuru nane, salatamızdaki nane, nane çayı, nane yağı… Mutfağımızdan eksik etmediğimiz bu keskin kokulu bitkinin sağlığımıza bir çok faydası vardır. Gelin bu faydalara birlikte bakalım. Nane, farklı iklimlere sahip çoğu ülkede yetişen tanınmış bir doğal bitkidir. Nane hem kıvırcık nane (Mentha spicata) hem de su nanesi (Mentha aquatica) ‘nın bir melezidir. Nane bitkisi, 40’tan fazla farklı kimyasal bileşik (mentol, menthone ve mentil asetat dahil) içerir ve tüketim güvenliği çalışmalarca kanıtlanmıştır [1]. Nane cinsinin üyeleri, lezzet, koku ve ilaç endüstrileri tarafından kullanılan, büyük ekonomik öneme sahip uçucu yağları ile karakterize edilir. Bu bitki, halk ilaçları ve geleneksel tıpta, antitümör ve antimikrobiyal özellikleri, kemopreventif (kimyasalların zararalı etkilerini önleyici) potansiyeli, böbrek hareketleri, antialerjenik etkileri ve ayrıca kramp, sindirim şikâyetleri, mide bulantısını azaltmak için, sindirim bozuklukları, ishal ve sinir sistemi eylemlerinin tedavisi için yaygın olarak kullanılmaktadır. Nane preparatları arasında yapraklar, yaprak özleri ve su bulunur, bununla birlikte bitki, temel olarak taze çekilmiş yapraklardan damıtılarak elde edilen uçucu yağı için yetiştirilir [2].

devamı için tıklayın

Tarih Öncesi Zamanlardan Günümüze Şifa Kaynağı: Zeytin Yaprağı

Kutsal kitaplarda geçen yaratılış efsanelerinden mitolojik hikayelere kadar pek çok yere konu olmuş olan zeytinin yetiştiriciliğinin ilk insanlarla birlikte başladığı kabul edilmekte, hatta zeytin ağacının ağaçların ilki olduğu düşünülmektedir. Eski çağlarda zeytin dalından yapılan taçlar olimpiyat kahramanlarını onurlandırmak için ve barışın sembolü olarak kullanılmış; zeytinyağı da sadelik, bereket ve saflığı temsil etmiştir. Zeytine yüklenen bu simgeler tesadüfi değildir. Zeytin ve zeytinyağı çok uzun zamandır sağlık faydalarıyla bilinmekle birlikte bu faydalı gruba zeytin yaprağı da eklenmiştir. Zeytin yaprağı tıbbi tedavi amacıyla ilk olarak Antik Mısır döneminde kullanılmış ve burada cennetin gücünün bir sembolü olarak kabul görmüştür. O zamandan beri zeytin yaprağının özü, bitkisel çayı ve tozu beslenme yoluyla tedavi olarak kullanılmıştır. Zeytin yaprağı, -zeytinyağının bilinen yararlarına benzer bir şekilde- antioksidan, yüksek tansiyonu düşürücü, iltihap önleyici ve hipoglisemik özelliklere sahip olan oleuropein gibi birçok aktif bileşik içerir [1]. Kurutulmuş zeytin yapraklarının %6 ile %9 unu oluşturan oleuropein’in konsantrasyonu arttıkça, antioksidan özellik de artar [2].

devamı için tıklayın

Greyfurt Esansiyel Yağının Faydaları

Greyfurt, bilimsel adı ile Citrus paradise, iyileştirici özellikleri ile yüzlerce yıldır dikkat çekmiş ekşi-tatlı tadıyla bilinen tropikal bir narenciye meyvesidir. Atalarımız onu boğaz ağrısı ve cilt lekelerinde antiseptik olarak kullanmışlardır. Yağ çözme ve selülit azaltma yetenekleri sayesinde diyet yapanların en yakın arkadaşı olarak da bilinmektedir. Greyfurt Yağının İçeriği ve Kullanım Alanları Diğer tüm narenciye meyveleri gibi, greyfurt esansiyel yağı da meyvenin kabuğu içinde bulunur ve sıkma yoluyla elde edilir. Tıbbi özelliklerinin birçoğu diğer narenciye meyvelerinin esansiyel yağları ile eşleşmektedir. Greyfurt esansiyel yağında en fazla bulunan bileşen, yüzde 88 ila 95 arasında değişen limonendir. Yağın alındığı greyfurt kabuğundaki limonenin, kanser önleyici özelliklere sahip olduğu bulunmuştur. Limonen portakal ve limon gibi diğer turunçgillerde de bulunabilir [1].

devamı için tıklayın

BÖBREK HASTALIKLARI

Böbreklerimiz vücudumuzun filtresi görevi gördüğünden işlevleri çok önemlidir. Ancak böbrek sorunları oldukça yaygınlaştı. Gelin şimdi böbrek hastalıklarına bir de biz yakından bakalım. Kronik Böbrek Hastalığı (KBH) İnatçı idrar anormallikleri, yapısal böbrek anormallikler veya bozulmuş boşaltım böbrek fonksiyonu ile tanımlanır. KBH olan hastaların çoğunluğu, yüksek kardiyovasküler hastalık ve ölüm riski altındadır. Son dönem böbrek hastalığına ilerleyenler için, böbrek nakli tedavisine sınırlı erişilebilirlik dünyanın birçok yerinde bir sorundur. KBH’nin gelişimi ve ilerlemesi için risk faktörleri arasında doğumda düşük böbrek hücresi (nefron) sayısını, ilerleyen yaşa bağlı böbrek hücresi kaybını ve toksik maruziyetlerin veya hastalıkların (örneğin obezite ve tip 2 diyabet) neden olduğu akut veya kronik böbrek hasarları yer alır. KBH olan hastaların yönetimi erken tespit veya önleme, altta yatan nedenin (mümkünse) ilerlemesini engellemeye ve devam eden böbrek hücresi kaybına katkıda bulunan ikincil işlemlere dikkat etmeye odaklanır. Kan basıncı kontrolü, kan basıncını ve sıvı dengesini düzenleyen hormonal sistemin (renin-anjiyotensin sistemi) baskılanması ve hastalığa özgü girişimler tedavinin temel taşlarıdır. Anemi, metabolik asidoz ve sekonder hiperparatiroidizm gibi KBH komplikasyonları kardiyovasküler sağlığı ve yaşam kalitesini ciddi oranda etkiler ve tedavi gerektirir [1].

devamı için tıklayın

Farklı Kullanımlarıyla: KİŞNİŞ

Kişnişi mutfaklarımızda baharat olarak çok fazla kullanıyoruz. Daha doğrusu dünya mutfaklarında kişniş bir baharat olarak çok fazla kullanılır. Peki baharat olarak kullandığımız kısım kişnişin neresidir? Kişnişin başka kısımları da kullanılabilir mi? Yapraklarının tadı ile tohumlarının tadı aynı mıdır? Sağlığa yararları var mıdır? Gelin bu soruların cevaplarına yakından bakalım ve mutfaklarımızdan eksik etmediğimiz yada bundan sonra eksik etmeyeceğimiz bu baharatı yakından tanıyalım. Kişniş (Coriandrum sativum L.) yıllık bir bitkidir ve en çok baharat amaçlı kullanılır. Bitki tohumları, yaprakları ve kökleri yenilebilir, ancak çok farklı tatları ve kullanımları vardır. Bitki hafif ve taze bir tada sahiptir. Kişniş bütün bitki olarak kullanılabilir ve yaprakların bozulabilen doğası nedeniyle işlenebilir ve olgunlaşmış meyvelerin (tohumların) farklı gıda preparatlarında lezzet verici madde olarak kullanılmasından önce lezzetini arttırmak için işlenebilir. Kişnişin çoğunlukla taze yaprakları ve olgun meyveleri mutfakta kullanılmaktadır. Kişniş yaprakları, turunçgil tonlarında, tohumlarından farklı bir tada sahiptir. Kişniş bitkisi zengin bir mikro besin ve besin elementleri deposudur. Ancak kişniş doymuş yağ oranı çok düşüktür, iyi miktarda a-tokoferol ve K vitamini kaynağı olan iyi miktarda linoleik asit içerir. Kişnişin tadı, önemli miktarda içerdiği linoleik ve furanokumarin (coriandrine ve dihidrokoriandrin) esansiyel yağlarından gelmektedir [1].

devamı için tıklayın

At Kuyruğu’nun Faydalarını ve Kullanımını Keşfedelim!

Halk arasında kırkkilit otu olarak da bilinen at kuyruğu bitkisinin saymakla bitmeyecek faydaları arasında bağışıklığı güçlendirme, ağrı kesici, antibakteriyel, antimikrobiyal, antioksidan etkilerin yanı sıra solunum problemlerini hafifletme etkisi de bulunmaktadır. Ayrıca cilt irritasyonunu yatıştırmaya, kemikleri korumaya, ağız sağlığını geliştirmeye, diyabet tedavisine ve saç bakımını desteklemeye yardımcı olur [1].

devamı için tıklayın

Bitkilerin Savunma Salkanları: FLAVONOİDLER

Bahar aylarının gelmesiyle birlikte her yerde renkli renkli çiçekler açmaya başlar. Ağaçlar çiçeklenir ve meyve vermeye başlar. Bitkilere ve meyvelere renk vermekten ve dış zararlılara karşı korumaktan sorumlu olan yapıların en önemli grubu flavonoidlerdir. Bu grubun bitkilere renk vermek dışında insan sağlığına çeşitli yararları vardır. Şimdi gelin flavonoidleri yakından tanıyalım. Flavonoid Nedir? Flavonoidler, hemen hemen tüm bitki kısımlarında, özellikle fotosentez yapan bitki hücrelerinde üretilen en yaygın bitkisel fenolik bileşik grubudur. Çiçekli bitkilerin önemli bir renklendiricisi olmakla birlikte çeşitli etkiler ile dış zararlılara karşı koruma sağlarlar. Flavonoidler, insan ve hayvan diyetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Flavonoidler insanlar ve hayvanlar tarafından sentezlenemez. Flavonoller, yiyeceklerde en bol bulunan flavonoidlerdir. Yiyeceklerdeki flavonoidler genellikle renk ve tat ile vitamin ve enzimlerin korunmasından sorumludur [1].

devamı için tıklayın

Propolis: Bağışıklık Sisteminizi Doğal Yollarla Güçlendirin!

Bağışıklık sistemimizin zayıf olması kanser dahil birçok hastalığa karşı bizi savunmasız bırakıyor. Havaların sürekli değişmesi bir sıcak bir soğuk olması hastalıklara yakalanma şansımızı arttırır. Özellikle bir eve soğuk algınlığı girdi mi bütün aile üyelerini hasta etmeden evden çıkmaz. Özellikle son yıllarda artık soğuk algınlığı, grip gibi hastalıklar ne yapılırsa yapılsın bir türlü atlatılamıyor.. Böyle durumlarda en doğalı ve belki de en etkili yöntem ise doğadan yardım almak. Hem herhangi bir büyük yan etkisi olmaması hem mutfaklarımızda hem de aktarlarda çok rahat bulunması bu ürünleri öne çıkarıyor. Son yıllarda yapılan çalışmalar sayesinde her gün sağlığa yararlı bir yeni özelliğini öğrendiğimiz propolis ise bu doğal ürünlerden en öne çıkanı. Şimdi bu doğal ürünün bağışıklık sistemi üzerine etkilerine bir de biz yakından bakalım.

devamı için tıklayın

Geleneksel Çin Tıbbından Günümüze: Alıç Meyvesi

Gülgiller ailesinden olan alıç bitkisinin (Crataegus sp.) anayurdu henüz bilinmemekte olup, ülkemizde de yaklaşık 20 türü yetişmektedir. Alıç meyvelerinin rengi sarıdan kırmızı-koyu kırmızı veya siyaha kadar değişmektedir ve tatlı ekşi bir tada sahiptirler [1]. Yüzyıllar boyunca alıç meyvesi sindirim problemleri, kalp yetmezliği ve yüksek tansiyon için bitkisel bir ilaç olarak kullanılmıştır. Hatta geleneksel Çin tıbbının da önemli bir parçasıdır. Kalp Dostu Alıç bitkisi sağlığa faydalı bileşiklerle doludur. Bu bileşiklerin kalp sağlığını arttırdığı gösterilmiştir. İçeriğindeki flavonoidler kan akışını iyileştirir, kan damarlarını hasarlara karşı koruma sağlar ve kan damarlarını genişletmeye yardımcı olur [2]. Alıç içerisinde bulunan diğer kimyasal besin ve bileşiklerden birkaçı ise; Quercetin, kolin, asetilkolin, klorojenik asit, B1 vitamini, B2 vitamini, C vitamini, kalsiyum, demir, fosfor [3].

devamı için tıklayın

Sindirim Sisteminize Destek Beslenme Önerileri

Gaz, şişkinlik, mide ekşimesi, bulantı, kabızlık veya ishal günlük hayatınızın bir parçasıysa, yalnız değilsiniz. Günümüz toplumunda bu acı ve rahatsızlık verici sorunlar günlük rutinimizin bir parçası haline gelmiştir. Bu sorunları paylaşıp çözüm bulmak yerine genelde bunlar hakkında konuşmamayı tercih ederiz. En sık karşılaşılan sindirim sistemi sorunları arasında ishal, kabızlık, huzursuz bağırsak sendromu (IBS), iltihaplı bağırsak hastalığı (IBD) ve mide ekşimesi yer almaktadır. Bunlar arasında sağlıksız yaşam tarzı, yetersiz beslenme, gıda hassasiyeti gibi etmenler bulunmaktadır. Buna neden olan pek çok sebep olduğu gibi, sindirim sistemini düzenlemeye yardımcı pek çok yol da mevcuttur. Diyetinize Probiyotik Gıdalar İlave Edin Yoğurt, laktik asit bakterileri tarafından mayalanmış sütten elde edilir. İçeriğinde probiyotik olarak adlandırılan, sindirim sisteminizde yaşayan ve sindirim sisteminizi iyileştirerek bağırsaklarınızı sağlıklı tutan dost bakteriler içerir [1][2]. Probiyotikler bağırsaklarınızda doğal olarak bulunur ancak yoğurt gibi yiyeceklerle alımını artırmak sindirimi kolaylaştırabilir [3]. Probiyotikler şişkinlik, kabızlık, ishal gibi sindirim sorunlarına yardımcı olurken laktozun sindirimine de katkıda bulunduğu gösterilmiştir [4]. Marketlerde satılan yoğurtların hepsi probiyotik içermez, satın alırken ürünlerin içeriğine bakmak önemlidir.

devamı için tıklayın

Güçlü Bir Antioksidan Kaynağı: KAHVE

Kahvaltı yapar yapmaz kahveyi ocağa koyarız. Hatta millet olarak kahveye o kadar düşkünüz ki günlük bir öğünümüzü kahveden esinlenerek “kahve altı” yani kahvaltı koymuşuz. Sohbetlerimizin en büyük eşlikçisi yine kahvedir. Akşam yemeklerinden sonra çayımızdan önce yine mutlaka kahve içeriz. Günlük hayatımızın bir parçası olan kahvenin sağlığa yararları olduğunu biliyor muydunuz? Gelin şimdi hem günlük hayatımızın bir parçasını yakından tanıyalım hem de sağlığımıza yararlı etkilerine hep beraber bakalım. Kahve, Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, İspanya ve Norveç dahil olmak üzere birçok ülkede diyetteki bir numaralı antioksidan kaynağıdır. Kahve çekirdekleri fenolik antioksidan bileşikler içerir. İçeriğinde bulunan klorojenik asit, kahvenin en güçlü antioksidan bileşiklerinden biridir. Ayrıca kahvenin antioksidan aktivitesinin kavurma derecesine göre değiştiği görülmüştür. Orta kavrulmuş kahve için maksimum antioksidan aktivite ölçülmüştür [1].

devamı için tıklayın

Hoş Kokusunun Yanında Faydalarıyla : GÜL

Evimizde dekoratif olarak kullandığımız, merhemini, suyunu, yağını kullandığımız kokusuyla mest olduğumuz gülü örneğin gül çayı yada gül şerbeti olarak mutfaklarımızda da kullanırız. Sadece ısınmak yada ferahlamak için içtiğimiz güllü içeceklerin sağlığımıza birçok yararı bulunmaktadır. Gelin bu güzel çiçeğin yararlarına yakından bakalım. Tarihte Gül İnsanlık tarihi boyunca gül, sevgi, saflık, bağlılık, ilham, güzellik, zerafet, şefkat, maneviyat ve duygusallığın sembolü olmuştur. Orta Asya’dan çıktığı ve Çin, Hindistan, Pers, Asur, Mısır, Yunanistan ve Roma’nın eski tıbbi metinlerinde bahsedildiği düşünülmektedir. Gül, her zaman kültürleri estetik, ekonomik, tıbbi, dini ve manevi olarak etkilemiştir. Bu ilişkinin çoğu bilimsel olmayan halk geleneklerine ve hikayelerine dayanmaktadır. Ancak gülün duygusal bedenin yanı sıra fiziksel beden için de kanıtlanmış faydaları vardır. Gül çiçeklerinin güzellikleri ve kokularıyla ödüllendirildiği söylenir; taç yaprakları, yaprakları ve gül tohumu (tohumları içeren etli meyveler) reçel yapılmış, gıda ve ilaç sanayisinde kullanılmış, yağlar ve merhemler ise kozmetikte kullanılmıştır [1].

devamı için tıklayın

Stresi Gidermek İçin: Portakal Yağı

Portakal Esansiyel Yağı, Travma Sonrası Stres Bozukluğu Tedavisi İçin İlaçsız Bir Alternatif Olabilir Afet olayları, kazalar, yakın olunan birinin kaybı gibi travmatik olayları tecrübe etmiş ya da bu olaylara şahit olmuşsunuzdur. Genellikle bu olayların üzerinizdeki etkisi zamanla azalır, hayatınız normal seyrinde devam eder. Ancak bazı kişiler yaşanan olayın üzerinden aylar yıllar geçse bile düzelemeyebilir, travmadan dolayı stres ve kaygı duymaya devam ederler. Bu stres, sanrılar ve kabuslar ile daha çekilmez hale gelebilir. Kişi konsantre olma, uyuma, rahatlama gibi basit eylemleri gerçekleştirmede zorluk yaşayabilir, buna travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) denir [1].

devamı için tıklayın

Kolesterolün Düşürülmesinde BERGAMOT

Bergamot reçeli, bergamotlu çay ülkemizde oldukça tüketilir. Her ne kadar bergamot meyvesi bulunması zor olan bir naranciye ürünü olsa da ülkemizde bergamotlu çay oldukça yaygındır. İçtiğimiz çaya hem tat katan bergamotun sağlığımıza yararlı etkileri vardır. Gelin bergamotu birlikte yakından tanıyalım. “Bergamot“, acı portakal ve limon melezi olarak tanımlanan Rutaceae ailesine ait bir bitkidir. Calabria bölgesinin (İtalya’nın güneyi) endemik bir bitkisidir. Bergamot meyvesi temel olarak parfüm, kozmetik, gıda ve şekerlemelerde kullanılan uçucu yağı eldesi için kullanılır. Bergamot uçucu yağının uygulamaları üzerine yapılan klinik araştırmalar, özellikle aromaterapi alanına odaklanmakta olup, kullanımının kaygı ve stresi azaltmak için yararlı olabileceğini göstermektedir [1].

devamı için tıklayın

Yeni Başlayanlar İçin Ketojenik Diyet: Nedir, Nasıl Yapılır, Sağlığa Faydalı mıdır?

Ketojenik diyet veya kısaca keto diyeti, düşük karbonhidratlı bir beslenme programı olması nedeniyle yağları daha etkili bir şekilde yakmanıza yardımcı olabilecek bir diyettir. Sağlığınıza iyi geldiği ve kilo vermede yardımı olduğu konusunda pek çok bilimsel kaynaklı çalışma bulunmaktadır [1][2][3]. Ketojenik diyet açlık yaşamadan etkili bir şekilde yağ yakmanıza yardımcı olduğu için hekimler tarafından da önerilmektedir. Yaklaşık Bir Asırdır Uygulanan Bir Yöntem Son yıllarda popülerliği artmış olmasına rağmen, ketojenik diyet sanıldığı gibi yeni bir trend değildir. Tıpta, özellikle çocuklarda, ilaca dirençli epilepsiyi tedavi etmek için neredeyse 100 yıldır kullanılmaktadır. 1970’lerde Dr. Atkins’in hastalarına kilo verdirmek için uyguladığı iki haftalık düşük karbonhidratlı sıkı ketojenik diyet ile popülerleşmeye başlamıştır.

devamı için tıklayın

Avokado Yağının Büyük İhtimalle Daha Önce Duymadığınız Sağlık Faydaları

Avokado meyvesinin etli kısmı sıkılarak elde edilen avokado yağı, sayısız kullanımın alanıyla harika bir besin maddesidir. Bazı insanlar avokado yağını esansiyel bir yağ olarak adlandırır, ancak yapısı ve elde edildiği etli meyve kısmından dolayı uçucu konsantre esansiyel bir yağ değildir. Mutfakta tüketilebilir olmasından, kişisel hijyen ve kozmetik alanlarda uygulanabilirliğine kadar geniş yelpazede bir kullanıma sahiptir. 1 yemek kaşığı avokado yağında: 124 kcal kalori 0 g karbonhidrat 14 g yağ 1.6 g doymuş 9.9 g tekli doymamış 1.9 g çoklu doymamış 134 mg Omega-3 1754 mg Omega-6 bulunur [1].

devamı için tıklayın

Bağışıklık Sistemini Destekleyen ve Sakinleştiren : PAPATYA ÇAYI

Papatya herkesin çok sevdiği çiçeklerden biridir. Hatta papatyadan o kadar çok etkilenilmiş ki; şarkılarda sevgiliden bahsederken ‘papatya’ olarak tanımlanmıştır. Özellikle son yıllarda, insanlar değişen yaşam koşulları ve yapılan diyet ve spor ile birlikte; günlük diyetine en az bir bardak bitki çayı eklemiştir. Genellikle seçilen bitki çaylarından biri de papatya çayıdır. Çok fazla tüketilmeye başlayan papatyanın sağlığımıza ne gibi bir faydasının olduğuna gelin hep beraber bakalım. Tarihte Papatya Kullanımı ve İçeriği Papatya insanlığın bildiği en eski şifalı bitkilerden biridir. Mısır firavunları dönemine dayanan bir geçmişi olan Papatya, bugün fitoterapide kullanılır ve şüphesiz gelecekte de kullanılmaya devam edilecektir (1). Papatya çayının yanı sıra papatya esansiyel yağları kozmetikte ve aromaterapide de yaygın olarak kullanılır (2). Papatya, Asteraceae veya Compositae familyasının bir üyesidir ve Chamomilla recutita, Matricaria chamomilla ve Chamaemelum nobile gibi çeşitli çeşitlerle temsil edilmektedir. Avrupa’da papatya çayı yaygın olarak tüketilmektedir. Papatya çayı, kurutulmuş çiçek başlarından demlenir. Ana bileşenler fenolik bileşikleri, özellikle de aponoenin flavonoidleri, kersetin, patuletin ve luteolini içerir. Uçucu yağın ana bileşikleri, chamazulen dahil olmak üzere terpenoidler alfa-bisabolol ve azulenlerdir (3).

devamı için tıklayın

Kısa Bir Ketojenik Diyet Rehberi: Sağlık Faydaları Nelerdir, Kimler Uygulayabilir?

Ketojenik diyet ile ilgili bir haberle karşılaşmadığımız, hakkında konuşulmayan bir gün geçmiyor gibi. Dolayısıyla hala tartışmalı ve fazlasıyla bilgi kirliliğine sahip bir konudur. Keto-diyet özetle yüksek yağlı düşük karbonhidratlı bir beslenme planı olduğundan vücudunuzun tercih ettiği enerji kaynağının yağ olmasını sağlayan bir beslenme şeklidir. Sanıldığının aksine et sevenlerin yönelebileceği yüksek proteinli bir diyet programı değildir. Çok düşük seviyede karbonhidrat, az miktarda protein ve büyük çoğunluğunun yağdan oluştuğu bu beslenme şeklinde tereyağı, fındık yağı, hindistancevizi yağı gibi sağlıklı yağlar odak noktasıdır. Bilimsel Çalışmalarla Kanıtlanmış Sağlık Faydaları Kilo Vermenize Yardımcı Olur: Açlık durumu diyet programlarının en can sıkıcı yan etkilerinden biridir. Birçok kişinin programı yarıda bırakması veya vazgeçmesinin sebebi budur. Ancak düşük karbonhidratlı diyetin temel getirilerinden biri iştahı azaltıyor olmasıdır. Çalışmalar, karbonhidrat tüketimini kesip protein ve yağa yönelen kişilerde kalori alımının azaldığını göstermiştir [1]. Kalori alımının azalmasıyla kilo kaybı da kaçınılmaz bir fayda olmaktadır. Yine çalışmalar gösteriyor ki düşük yağlı diyetlerin aksine düşük karbonhidratlı diyetler kilo vermeyi daha kolaylaştırmaktadır. Çünkü düşük karbonhidratlı diyetle birlikte aç kalmadan vücudunuzdan fazla suyu atmış ve insülin seviyelerinizi düşürmüş olursunuz [2][3][4][5].

devamı için tıklayın

Sağlıklı Saçlar İçin Önemli Bir Yapıtaşı: Keratin

Keratin; saçınızı, cildinizin dış katmanını ve tırnaklarınızı oluşturan sert bir protein türüdür. Ayrıca iç organlarınızda ve salgı bezlerinizde de bulunabilmektedir. Keratin, vücudunuzun ürettiği diğer hücrelere göre dış darbelere daha dayanıklı, çizilmeye veya yırtılmaya daha az eğilimli, koruyucu bir proteindir. Keratin eksikliği saç dökülmesine, cildin sarkmasına ve tırnakların kırılmasına neden olabilir. Bu nedenle vücudunuzda keratini arttırmak; kırılgan tırnaklara veya kırık güçsüz saçlara daha fazla esneklik, güç ve parlaklık kazandırmaya yardımcı olabilir [1]. Keratin seviyeleri stres, kötü beslenme, UV radyasyonu ve diğer faktörler nedeniyle düşebilir. Saçınıza sık sık ısıl işlem uygulamak, saç düzleştirici kullanmak saçınızdaki keratin liflerinin yapısını değiştirebilir ve zarar verebilir [2]. Keratin içeren ve keratin üretimini destekleyen besinler açısından zengin bir diyet ile keratin ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.

devamı için tıklayın

Kokusuyla Büyüleyen YASEMİN

Yasemin ilk önce sadece bahçelerimizdeydi yada parfümlerimizin içinde kokusu vardı. Sonra bu güzel çiçeğin yağını kullanmaya başladık. Daha sonra bu güzel kokulu ve estetik bitkiyi çay olarak mutfaklarımıza almaya başladık. Özellikle son zamanlarda yasemin çayı olarak tüketmeye başladık. Yavaş yavaş mutfaklarımıza çay olarak girmeye başlayan bu güzel kokulu estetik çiçeğe gelin birlikte yakından tanıyalım. Oleaceae familyasına ait yasemin çiçeği 200’den fazla türe sahip olan dünya genelinde ılıman yerlerde yetiştirilmektedir. Yasemin ağacı, Afrika, Avustralya ve Güneydoğu Asya gibi tropikal ülkelerden alınmıştır. Şu anda, Yasemin ağaçları tüm dünyada yetişmektedir. Güzelliğin, derin şefkatin, mutluluğun ve zerafetin simgesi olarak kabul edilir. Birçok ülkenin ulusal çiçeğidir. Büyüleyici kokusundan dolayı parfüm endüstrisinde yaygın olarak kullanılır. Yasemin aromasının hayati bileşeni, fitokimyasalların ve alkollü bileşiklerin birleşmesinden kaynaklanmaktadır [1].

devamı için tıklayın

Mürdüm Eriği

Erik, tarihin en eski zamanlarında insanlar tarafından yetiştirilmiş ilk meyvelerden biri olabilir. Neolitik dönem arkeolojik yaşam alanlarında zeytin, üzüm ve incir ile beraber erik kalıntıları da bulunmuştur. Erik hakkında bilinen en eski veriler M.Ö 470 yıllardaki Çin tarihine dayanmaktadır. Avrupa’da erik yetiştiriciliğinin ise 2000 yıl öncesine dayandığı düşünülmektedir. Antik Roma döneminde 300 çeşit erik tanımlanmıştır [1]. Ülkemizde can erik olarak bilinen yeşil erik popülerken mürdüm eriği de yaygın olarak yetiştirilmektedir. Mürdüm eriği diğer erik türlerinin gölgesinde kalmış olsa da; taze olarak meyvesi yenebileceği gibi, harika rengiyle tatlılarınıza lezzet ve hoş görüntü katmakta kullanabileceğiniz veya reçel, marmelat, meyve kurusu olarak tüketebileceğiniz tatlı bir meyvedir. B2 ve C Vitaminleri Bakımından Zengin Mürdüm eriği yüksek şeker içeriğinin yanı sıra, C ve B2 (riboflavin) vitamini ile diyet liflerince zengin ve ayrıca önemli miktarda potasyum, fosfor, bakır, magnezyum gibi mineraller içermektedir. Bunların yanı sıra mürdüm eriğinde harika antioksidan bileşikler bulunmaktadır [2]. Mevsimsel beslenmenin önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Yazın sonlarına doğru lezzetinin üst noktalarına ulaşan bu meyveyi tüketmenin faydalarına gelin hep beraber bakalım:

devamı için tıklayın

Son Zamanların En Popülerlerinden Bir Çok Faydasıyla “Avokado”

Avokado; tostları, smoothieleri, hatta puding tarifleri ile son zamanlarda popülerliği epey yükselmiş, kremsi yapıda ve yeşil renkte olan bir meyvedir. Avokadoların meyve olduğunu öğrenmek sizi şaşırtabilir, yer yer tüketilme şekline göre sebze olarak düşünülebilmektedir. Ancak avokado, etli gövdesi, büyük tek tohum içermesi ve bir ağacın ürünü olması nedeniyle botanikçiler tarafından bir meyve olarak kabul edilmektedir [1]. Bu popülerliğinin yanı sıra bilinmeyen pek çok sağlık yararına ve zengin besin içeriğine sahiptir. Vitaminler, Lifler, Sağlıklı Yağlar ve Daha Fazlası Bir Arada Avokadolar “süper gıda” olarak kabul edilir ve çeşitli besinler, lifler, vitaminler (K, C, B, E vitamini), potasyum, folat ve mineraller bakımından zengindir. Ayrıca sağlıklı olduğunu bildiğimiz tekli doymamış yağ asidi kaynağıdır. Bir porsiyon (yaklaşık 100 gram) avokadoda 160 kalori, 2 gram protein ve 15 gram kalp dostu yağ bulunur [2] Bu yağın üçte ikisi tekli doymamış yağlardır ve içeriğindeki meyve şekeri (früktoz) çok düşüktür. Avokado en önemli olarak, fitosteroller, karotenoidler ve flavonoidler gibi bağışıklık sistemini güçlendirici eşsiz organik bileşikleri içerir. Kolesterol ve sodyum içermez [2].

devamı için tıklayın

RESVERATROL ’ÜN HAYATIMIZDAKİ ÖNEMİ

Üzüm ülkemizde çokça tüketilen, pekmezi, pestili, şerbeti yapılan bir meyvedir. Tazesinin bulunduğu aylarda tazesini yediğimiz kurusunun bulunduğu aylarda kurusunu yediğimiz bu meyvenin yapısında bulunan “resveratrol” sayesinde sağlığa birçok yararlı etkisi vardır. Şimdi “resveratrol”ü yakından hep birlikte tanıyalım ve sağlığımıza ne gibi yararları varmış birlikte öğrenelim. Resveratrol nelerde bulunur? Resveratrol ilk olarak esas olarak Japonya ve Çin’de bulunan Polygonum cuspidatum‘un kurutulmuş köklerinden, temel etken madde olarak tanımlanmıştır. Polygonum özü, mantar enfeksiyonu, çeşitli cilt iltihapları, karaciğer hastalığı ve kardiyovasküler hastalığı tedavi etmek için Japon ve Çin geleneksel tıbbında kullanılmıştır. Üzüm kabuğu resveratrolün ana kaynağıdır. Üzümlerin yanı sıra resveratrol, yaban mersini, dut, keklik, yerfıstığı gibi çeşitli meyvelerde ve karaca otu, çam ağacı, mısır zambağı, okaliptüs, ladin vs. da dahil olmak üzere çok çeşitli bitkilerde bulunur [1]. Resveratrol, enfeksiyon, stres, yaralanma, bakteri veya mantar enfeksiyonları ve UV ışınlarına cevap olarak 70’den fazla bitki türü tarafından sentezlenir. Bu molekülün bitkilerde sentezi, flavonoidlerinkine benzer bir işlemde fenilpropanoid yolunda resveratrol sentaz ile katalize edilir. Resveratrol ilk olarak 1939’da bir Japon araştırmacı olan Takaoka tarafından beyaz helleborustan izole edilmiştir [2].

devamı için tıklayın

Meme Kanserinden Korunmada Kudret Narı Yardımcınız Olabilir

Kanser hastalığı, dünya çapında olduğu gibi ülkemizde de gittikçe büyüyen ciddi bir sağlık sorunudur. Meme kanseri ise kadınlarda en sık görülen kanser tipi olduğundan birçok ülkede kanser kaynaklı ölümlerin başlıca sebeplerindendir [1]. Bu nedenlerden ötürü, kanser tedavisinde etkin bir yol bulabilmek daha da önem kazanmıştır. Hastalığı engelleme ya da tedavisine yönelik pek çok yöntem bulunmakta, ancak bu yöntemler yetersiz kalmakta ve geliştirilmeleri gerekmektedir. Bu bağlamda, fonksiyonel bir gıda olan kudret narının etkinliği araştırılmış; anti-diyabetik, anti-viral, yara iyileştirici özelliklerinin yanında anti-kanserojen özelliklerinin de geniş bir alanda kullanılabileceği tespit edilmiştir [2].

devamı için tıklayın

Bağışıklıkta önemli bir mikro besin: ÇİNKO

1.Çinko, adını mutlaka bir şekilde duyduğumuz bir elementtir. Bu adını mutlaka duyduğumuz eser element nedir, hangi besinlerde bulunur, eksikliğinde neler olur, bağışıklık sistemine bir etkisi var mıdır, ve en önemlisi aknelerimiz için faydalı mıdır sorularına gelin birlikte bakalım. Çinko en önemli eser elementlerden biridir Çinko (Zn) her yerde bulunan bir eser elementtir. Vücuttaki en önemli eser elementlerden biridir ve mikroorganizmaların, bitkilerin ve hayvanların büyümesi ve gelişmesi için vazgeçilmezdir. Tüm vücut dokularında ve salgılarında göreceli olarak yüksek konsantrasyonlarda bulunur, ancak tüm vücuttaki çinkonun % 85’i kas ve kemiklerde, % 11’i cilt, karaciğer, prostat ve gözün bölümlerinde yüksek konsantrasyonlarda, ve kalan diğer tüm dokularda bulunur. Yetişkin vücudundaki ortalama Zn miktarı yaklaşık 1.4-2.3 g’dir. Demirden sonra canlı organizmalarda en bol bulunan ikinci geçiş metali iyonudur. Çinko, 300’den fazla enzimin çalışmasına etkili olan tek metaldir [1].

devamı için tıklayın

Çocuklarınızı Mevsim Geçişinin Etkilerinden Nasıl Koruyabilirsiniz?

Yılın bu zamanları çocukların hem mevsim değişikliklerine hem de okul ortamına alışmaya çalışırken sık sık hastalandıkları zamanlardır. Hastalıklarla savaşabilmek için iyi bir bağışıklık sistemi gereklidir. Yetişkinlere kıyasla henüz gelişmemiş bağışıklık sistemine sahip olan çocuklarda bu geçiş dönemleri daha zorlayıcı olmaktadır. Bu nedenle daha çok dikkat ve desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Sağlıksız alışkanlıklardan uzaklaşıp sağlıklı alışkanlıklar edinilerek, beslenme ve uyku düzenine özen gösterilerek bağışıklık sistemini güçlendirmek mümkündür [1]. İşte çocukların bağışıklığını güçlendirmek için birkaç ipucu: Uykuları Konusunda Daha Hassas Olun Yetişkinlerde yapılan çalışmalarda, uyku yoksunluğunun mikroplara ve kanser hücrelerine saldıran, bağışıklık sisteminin silahları olan doğal öldürücü hücrelerin (NK cells)sayısını azaltarak kişiyi hastalıklara daha duyarlı hale getirdiği bilinmektedir [2]. Uzmanlara göre aynı durum çocuklar için de geçerlidir [3][4]. Gece uykularının yanı sıra gündüz uykularını da yeterince almış olmaları gelişimleri açısından fazlasıyla önem arz etmektedir.

devamı için tıklayın

Beslenme – Mesane Sağlığı İlişkisi Hakkında Bilinmeyenler

Karın bölgesinde bulunan mesane, balona benzeri bir yapıda, içi boş ve idrar depolayan bir organdır. Böbrekler, üreter ve üretrayı (idrar yolu) da içeren idrar yolu sisteminin içerisinde bulunan mesane; basitçe beslenme sonrasında vücut ihtiyacı olan maddeleri aldıktan sonra geriye kalan artık sıvıların depolandığı yerdir. Mesane sorunları yaşayan kişilerin iş ve sosyal yaşamlarında ortamdan kaçınmadan odaklanamamaya kadar pek çok problemle karşılaştıkları bilinmektedir. Sistit, idrar tutma kontrolünün azalması, aşırı aktif mesane sendromu, mesane kanseri gibi rahatsızlıklar bunlardan birkaçıdır. Alabama Üroloji Merkezi’nden Dr. Rupro Kitchens yetişkin kadınların %40’ının, erkeklerin ise %25’inin aşırı aktif mesane sendromuna sahip olduğunu belirtmiştir. Tuvaleti sürekli olarak kullanma isteği, bireylerin evlerinden ayrılıp günlük aktivitelerini gerçekleştirmelerine engel olmakta, uzun vadede depresyon gibi ruhsal sağlık problemlerine de neden olmaktadır [1]. Sorunlarınız olsa dahi hakkında konuşmadığınız mesanenizin sağlığı düşündüğünüzden çok daha fazla önemli ve diyetinizle epeyce ilişkilidir. Beslenme şeklinin yanı sıra MS, Parkinson hastalığı, şeker hastalığı, kalp rahatsızlığı olan ve yaşı ilerlemiş bireylerde mesane sendromları görülebilmektedir [2][3][4][5].

devamı için tıklayın

Beslenme ile Yaşlanmanın Etkileri Azaltılabilir mi?

Yaş alırken yaşlanmanın etkilerini nasıl azaltabileceğimiz yüzyıllar sorulan, insanlığın tarihi kadar eski bir sorudur. İnsanlar genç görünmek, daha da önemlisi genç ve sağlıklı kalabilmek ister. Ancak doğal yaşlanma süreci ve günlük hayatın yoğunluğunda kişiler kendilerine zaman ayıramamaktadırlar. İç güzelliğinizin dışa vuruyor olması altı boş olan bir söylem değildir. Dıştan yapılan uygulamalar gözle görülür derecede sonuçlar doğurabiliyor olsa bile düzgün beslenme alışkanlıkları edinerek ve metabolizmanızı sağlıklı hale getirerek hem ruh hem beden sağlığınızda yaşlanma karşıtı etkileri daha kalıcı ve uzun vadede tecrübe etmeniz mümkündür. Besleyici ve lezzetli gıdalar kalp, beyin, dolaşım ve cilt sağlığına kadar vücudunuzun hemen hemen her bölgesinde yaşlanmanın etkilerini yavaşlatmakta yardımcı olmaktadır. Diyetinize ekleyerek daha sağlıklı yaş almanızı sağlayacak olan besinlerin arasında:

devamı için tıklayın

Sağlık faydalarıyla: KARANFİL

atıyla ve ferahlatıcı etkisiyle hayatımızda bulunan karanfilin sağlığımıza da yararları var mı ? Eğer varsa neler ? Gelin bu soruların cevabına birlikte bakalım. Karanfil, karanfil ağacının kurutulmuş çiçek tomurcuğundan elde edilen bir baharattır. Karanfil çivi benzeri bir görünüme sahiptir. Boyları yaklaşık ½ ile ¾ inç arasında değişir ve %14-20 oranında esansiyel yağ içerir. Karanfil yağı, Syzygium aromaticum ağacının tomurcuklarından, yapraklarından veya gövdelerinden buhar veya su damıtma yoluyla çıkarılır. Geleneksel olarak karanfil yaprağı yağı, yanıkları ve kesikleri tedavi etmek için ve hatta diş ağrısı ve enfeksiyonunu hafifletmek için diş bakımında kullanılmıştır. Karanfilin diş çürüğü ve periodontal hastalıklarla ilişkili bakterilere ve ayrıca çok sayıda başka bakterilere karşı etkili olduğu gösterilmiştir. Ek olarak, araştırmalar, Syzygium aromaticum’un anti-fungal, anti-kanserojen, anti-alerjik ve anti-mutajenik aktivitesini rapor etmiştir. Karanfil yağının ana bileşeni olan Eugenol, antioksidan ve antienflamatuar özellikler gösterir [1].

devamı için tıklayın

Kuersetin ile Tanışalım

Kuersetin (Vitamin P – Pentahidroksiflavon), genelde meyve kabuklarında bulunan ve meyveye rengini veren bir bitki pigmentidir (flavonoid). Üzüm, şarap, elma, çilek, domates, brokoli, kiraz, zeytin yağı gibi pek çok meyve, sebze ve tahıl ile propolis gibi arı ürünlerinde doğal olarak bulunmaktadır.Kırmızı soğanlarda özellikle soğanın dış halkalarında yüksek miktarlarda kuersetin bulunur [1]. Hemen hemen her gün diyet ile aldığımız kuersetini biraz yakından tanıyalım:

devamı için tıklayın

Önemli bir mineral: MAGNEZYUM

Adını sürekli duyduğumuz minerallerden biride magnezyumdur. Adını belki de çok duyduk ama sağlığa ne gibi faydaları var eksikliği bir soruna yol açar mı gibi soruların cevabını maalesef çok bilmiyoruz. Peki magnezyum nedir ve nerelerde bulunur? Magnezyumun tip iki diyabtle arasında bir bağlantı var mıdır ? Spordan önce magnezyum almanın bir faydası var mıdır ? Magnezyumun depresyon tedavisinde ve migren tedavisinde bir yeri var mıdır ? Gelin bu soruların cevabına birlikte bakalım. Magnezyum (Mg), tahıl, fındık, avakado ve yeşil yapraklı sebzeler gibi pek çok gıdanın önemli bileşenlerinden biridir [1]. Magnezyum, vücutta 300’den fazla enzimin aktivasyonundan sorumludur. İnsan vücudunda kas ve sinir fonksiyonlarını korumaya yardımcı olur. Magnezyum eksikliği olan insanlar her zaman yorgun, huzursuz, gergin, kaslarında sertlik olur ve konsantre olmaları zor olmaktadır. Magnezyum eksikliği aslında çeşitli patolojik durumlarla bağlantılıdır [2].

devamı için tıklayın

Flavonoidlerce Zengin Ekinezya

Ekinezya, Kuzey Amerika yerlileri tarafından çeşitli yaraları iyileştirmek ve yılan ısırıklarını iyileştirmek için kullanılmıştır. Yapılan bilimsel çalışmalarla ekinezyanın birçok yararlı özelliği bulunmuştur. Kızılderililerin yararlı etkilerini çok eski zamanlardan beri bildiği bu güzel ve yararlı çiçeğin sağlığımıza etkilerini gelin hep birlikte inceleyelim. Mor koni çiçeği olarak da bilinen Ekinezya, Asteraceae familyasına ait tıbbi bir bitkidir. Ekinezya, yüzyıllarca Yerli Amerikalılar tarafından çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmıştır [1]. Kuzey Amerika kökenli Echinacea purpurea (mor koni çiçeği), 19. yüzyılın sonlarında Avrupa’ya getirilmiştir. Bu bitkiden elde edilen özütler ve diyet takviyeleri, antioksidan, antibakteriyel, antiviral, antifungal özellikler göstermiştir ve enflamatuar ve viral hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır [2].

devamı için tıklayın

B12 Vitaminin Fonksiyonları ve Eksikliğinde Görülebilecek Rahatsızlıklar

B12 vitamini, diğer adıyla “kobalamin” vücudunuzun üretemediği, suda çözünebilen ve dolayısıyla sıkça ihtiyaç duyulan ve eksikliği görülen esansiyel vitaminlerden biridir. Kırmızı kan hücresi oluşumundan, hücre yapımına; sinir sistemi fonksiyonlarından, DNA mekanizmasına kadar pek çok metabolizma olayında önemli bir rol oynayarak metabolizmanızı kontrol altında tutmanıza yardımcı olmaktadır [1]. B12 içeren besinler arasında kümes hayvanları ve yumurtaları (tavuk vb.), kırmızı et (sığır eti, jambon, kuzu), balık (ton balığı, mezgit), süt ve süt ürünleri, mayalanmış ürünler yer almaktadır. Ancak yeterli miktarda alınamadığı durumlarda ve ihtiyaç halinde besinlere eklenmiş şekilde veya takviye gıda olarak B12 vitamini alınabilmektedir. Bu esansiyel vitaminin sağlık faydaları ve eksikliğinde yaşanan sağlık sorunlarına bakacak olursak: Kemik Sağlığını Destekleyerek Osteoporozu Önlemede Yardımcıdır 2500’den fazla erişkinde yapılan bir çalışmada B12 vitamini eksikliğinin kemik mineral yoğunluğunda da azalmaya neden olduğunu ortaya koymuştur. Mineral yoğunluğu azalmış olan kemiklerin kırılganlığı ve hassaslığı zamanla artarak osteoporoz riskinin artmasına neden olabilir [2]. Özellikle kadınlarda yaşlanmayla birlikte görülen kemik zayıflığı ve erimesinin B12 vitamini düzeyleri ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir [3][4]. Bu nedenle B12 vitaminini yeterli seviyelerde tutmak kemik sağlığınızı desteklemede yardımcı olacaktır.

devamı için tıklayın

Karayemiş Bitkisini Yakından Tanıyalım

Taflan ağacı veya Karayemiş; Rosaeceae ailesinde bulunan, her dem yeşil parlak yapraklara sahip, 20 metreye kadar büyüyebilen bir ağaçtır. Halk arasında adı “Laz Yemişi”, “Gürcü Kirazı” veya “Tanal” olarak da bilinmektedir. Karayemiş bitkisi yaz aylarında kırmızı-mor renkte meyveler verir ve ülkemizde özellikle Karadeniz bölgesinde yaygın olarak yetişmektedir. 1540’lı yıllarda Fransız botanikçiler tarafından “Trabzon Kirazı” olarak adlandırılmış, aynı yıllarda Avrupa’nın pek çok bölgesine gönderilmiş ve yetiştirilmiştir. Yaprak dökmeyen bir ağaç olmasından ötürü özellikle bahçelerde süs bitkisi olarak kullanılmaktadır. Bu bitkinin tüm kısımları -badem yemişine de karakteristik tadını veren ve zehirli olabilen- hidrojen siyanür içerir. Bu madde esas olarak yaprak ve tohumlarda bulunur ve acı tadıyla kolayca tespit edilebilir. İçerdiği zehirli madde miktarı azdır, ancak yine de çok acı olan meyve ve tohumlarını yemekten veya çok miktarda tüketmekten kaçınılmalıdır. Az miktarlarda alınan hidrojen siyanür solunumu uyarıp sindirimi arttırmaya yardımcı olurken fazlası solunum yetmezliğine neden olabilmektedir [1].

devamı için tıklayın

Çölyak Hastalığına Hızlı Bir Bakış

Çölyak hastalığı; bir sindirim bozukluğu olup, bağışıklık sisteminin glütene karşı verdiği aşırı reaksiyonun sonuçlarından biridir. Glüten ise son zamanlarda da adını sıkça duyduğumuz bir proteindir ve arpa, buğday, çavdar gibi tahıllarda bulunmaktadır. İlaçlar, takviye gıdalar, vitaminler, hatta kozmetik ürünler bile glüten içerebilmektedir. Glüten toleransı olmaması ya da intoleransı durumu, vücudun glüteni sindirememesi sonucu ortaya çıkar. Bazı kişilerde bu sindirim sorunu hafif iken, diğer durumlarda vücudun kendi bağışıklık sistemine karşı açtığı bu savaş sonucu çölyak hastalığı ortaya çıkabilmektedir. Çölyak Hastalığının Vücudunuza Etkileri Nelerdir? Çölyak hastalığıyla meydana gelen glütene karşı olan bağışıklık tepkisi, ince bağırsaklardan besin emilmesini sağlayan yapıları, villusları yok eden toksinler oluşmasına neden olur. İnce bağırsak duvarındaki bu yapılar (villuslar) zarar gördüğünde, vücudunuz tükettiğiniz yiyeceklerden besinleri ememez. Bu da besin alamama sonucu yetersiz beslenme ve kalıcı bağırsak sorunları gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir [1].

devamı için tıklayın

Farklı Yönleriyle Hindistan Cevizi Yağı

Marketlerdeki en tatlı tropik meyvelerden biri olan Hindistan cevizinin kökeninin yeri ve zamanı tam olarak bilinmemekte, ancak Güney Pasifikte ortaya çıkmış tarih öncesi bir bitki olduğu söylenilmektedir. Meyvenin içindeki etli kısım beslenme uzmanlarınca yağ ve protein deposu olarak, cevizin iç kısmındaki süt düşük şeker seviyesi dolayısıyla sağlıklı bir içecek olarak tavsiye edilmektedir. Hindistan cevizi yağı ise vücudunuzu çeşitli yollardan destekleyen yararlı bir gıdadır. Bu yağ, diğer minerallerin emilimine yardımcı antioksidan özelliklere sahip olan yağ asitleri ve orta-zincirli yağlar içermektedir [1]. Ketojenik ve Paleo diyetler de dahil olmak üzere pek çok beslenme şeklinde popüler bir yağ kaynağıdır.

devamı için tıklayın

D Vitamini Hakkında Az Bilinenler

D vitamini, adının vitamin olmasının aksine bir hormondur, hatta cildiniz güneşe maruz kaldığında aktifleşen bir hormonun öncüsüdür. Ancak cildinizin güneşe maruz kalması vücudunuzun ihtiyaç duyduğu D vitamini miktarını genellikle karşılamaz, bu nedenle dünyada en yaygın görülen besin eksiklikleri arasında D vitamini eksikliği yer almaktadır [1][2]. D vitamini yağda çözünebilen vitaminlerin bulunduğu grupta yer almaktadır. Vitaminin yağ içerisinde çözünebiliyor olması onun vücudunuzda uzun süre depo edilerek saklanabileceği anlamına gelmektedir. Beslenme ile alınan iki temel formu vardır [3]; D3 Vitamini (Kolekalsiferol) ve D2 Vitamini (Ergokalsiferol). D3 vitamini balık, yumurta sarısı gibi hayvansal gıdalarda bulunurken D2 vitamini bitki, mantar ve mayalarda bulunur. Kandaki D3 vitamini seviyelerinin arttırılması, D2 vitaminine kıyasla iki katı kadar daha fazla etki gösterebilmektedir [4][5].

devamı için tıklayın

Vuhan Koronavirüsü Nedir?

Vuhan Koronavirüsü Nedir? Çin’den Yayılan Bu Virüsün Sebep Olduğu Hastalık ve Bu Hastalıktan Korunma Yolları Nelerdir? Koronavirüs Nedir? İlk olarak 1937 yılında tavuk embriyosundan izole edilen [1] koronavirüsü (coronavirus), adını mikroskop altında dış yüzeyindeki görüntüsü “taç”a benzediğinden dolayı latince taç anlamına gelen “corona” kelimesinden almıştır. Bugüne kadar koronavirüslerin farelere, sıçanlara, köpeklere, kedilere, hindilere, domuzlara, atlara ve sığırlara bulaşabileceği bulunmuştur. İnsan koronavirüsleri (Human Coronavirus – HcoV) ise 1960’larda soğuk algınlığı şikayeti olan hastalarda tanımlanmıştır. Çoğunlukla zararsız olan koronavirüs, grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden olabilmektedir. Enfeksiyon sıklıkla kış aylarında ve bahar başlangıçlarında görülebilmektedir. Bir kişinin bu virüsten dolayı hastalanması ve birkaç ay sonra hastalığı tekrarlaması olasıdır. Çünkü vücudun koronavirüsüne karşı ürettiği savunma hücreleri uzun süre dayanamamakta, bunun sonucunda da hastalığa karşı bağışıklığın geliştirilememesi durumu olabilmektedir [2].

devamı için tıklayın

Domuz Gribi Hakkında Yanlış Bilinenler, Korunma Yolları ve Daha Fazlası

Domuz gribi (H1N1) adından da anlaşılabildiği gibi domuzlarda görülen, nadir durumlarda insanlara da bulaşabilen bir hastalıktır. Avrupa’da yayılmasından sonra ülkemizde de 2009 yılının ilk aylarında salgının Türkiye’ye ulaşma ihtimalleri üzerine konuşulmuş, halk arasında paniğe sebep olmuş, hastanelerin acil servisleri domuz gribi endişesiyle gelen hastalarla dolup taşmıştır [1]. Bu süreçte hastalık üzerine pek çok doğru ve yanlış haber hızlıca yayılmış ve bu da toplumda hastalığa karşı yanlış tepkilerin oluşmasına neden olmuştur. Domuz Gribine Ne Sebep Olur? “A tipi influenza” adı verilen virüs, domuzlarda solunum yolunda ölümle sonuçlanabilecek rahatsızlıklara sebep olurken normalde insanlarda görülmeyen bir virüstür [2]. Domuz çiftliğinde çalışan, hayvanat bahçesinde domuz ile yakınlaşan, hayvana yakından temas eden yetişkin ve çocuklara hastalık yapıcı virüsün bulaşabildiği gösterilmiştir [3]. Sanıldığı gibi herhangi bir domuz ürünü (pişmiş domuz eti, domuz pastırması vs.) tüketildiğinde bulaşabilecek bir hastalık değildir. Bu hastalığa sahip olan kişiler ile aynı ortamda bulunduğunuzda kişinin öksürüğü ve hapşırığı sonrası havaya yaydığı küçük virüs damlaları ile size de bulaşabilmektedir. Ayrıca öksürük veya mukusun temas ettiği yüzeye dokunduğunuzda da domuz gribine yakalanabilirsiniz [2]. Yetişkinler virüsü aldıktan sonra yaklaşık 7 gün boyunca hastalığı yayabilme potansiyeline sahip olabilirler, çocuklarda ise bu süre yaklaşık 10 gündür.

devamı için tıklayın

Yeşil Çay Ekstresi ve “EGCG”

Yeşil çay Camellia sinensis bitkisinin kurutulmuş yaprakları ve tomurcuklarından elde edilen vitamin ve besinlerle dolu, güçlü bir antioksidan kaynağıdır. Siyah çay veya oolong çayından farklı olarak yeşil çay, üründe yaşanabilecek oksidasyonu önlemek ve tüm besin bileşiklerini korumak için sadece buğulanarak/buharlanarak (steaming yolu ile) elde edilir. Siyah çayın üretim aşamasında ise oksidasyona uğradığı bir fermente basamağı bulunmaktadır. Daha önce yapılan çalışmalarda, yeşil çayın içerdiği bazı “polifenol bileşiklerin” antioksidan özellikleri sayesinde pek çok hastalığa karşı korunmada etkili olduğu bulunmuş, bu maddeler arasında en etkili olanın ise “Epigallocatechin gallate (EGCG)” olduğu son zamanlardaki araştırmalarda vurgulanmıştır. EGCG, polifenollerin kapsadığı “kateşin” adlı grupta bulunan bitki bazlı bir bileşiktir. Serbest radikaller, vücudunuzda oluşan ve miktarı yükseldiğinde hücrelere zarar verebilecek oldukça kararsız parçacıklardır. Kateşinler gibi antioksidanlarca zengin gıdaları tüketmek, serbest radikallerin neden olabileceği hasarı sınırlamada yardımcı olabilir [1]. EGCG, yeşil çay gibi bazı bitkisel gıdalarda bulunmakla birlikte ekstre edilmiş hali besin takviyesi olarak da alınabilmektedir. Sağlık üzerinde pek çok olumlu etkiye sahip olmasıyla dikkat çeken bu bileşiğin faydalarına bakacak olursak:

devamı için tıklayın

Resveratrol Kaynağı Japon Madımağı

Japon madımağı, bilimsel adıyla Polygonum cuspidatum, yayılmacı-istilacı özellikleriyle bilinen, hızlı kök ve gövde gelişimine sahip, inatçı bir bitkidir. İstilacı bir ot olarak görülen bu bitkinin içerdiği bileşenler, onun bu yayılmacı özelliklerini cazip hale getirmektedir. Japon madımağı, üzüm bitkisinde de önemli bir bileşik olan “resveratrol” ce zengin bir bitkidir [1]. Resveratrol, kirliliğin, stresin ve modern yaşamın diğer faktörlerinin neden olduğu oksidatif stresin dokulardaki hasarını azaltmaya yardımcı olan güçlü bir antioksidandır [2]. Üzümde bulunan resveratrolun aksine Japon madımağında bulunan resveratrol, vücut için en yararlı aktif form olan “trans-resveratrol” şeklindedir. Yapılan araştırmalar bitkinin kökünde bulunan bileşen seviyesinin, gövde ve yapraklardakinden çok daha fazla yüksek olduğunu göstermiştir [3]. Japon madımağı; Doğu Asya’da, özellikle geleneksel Çin, Japon tıbbında sindirim ve dolaşım sağlığına olan faydalarından dolayı uzun zamandır araştırılan ve tedavi amaçlı olarak kullanılan bir bitkidir. Genç bitki kısımları sebze olarak da yenmektedir. Asya tıbbının, mutfağının, törenlerinin, kısacası kültürünün büyük bir parçası olan, şimdilerde dünyanın pek çok yerinde yetiştirilen bu bitkinin potansiyel sağlık faydalarına bakacak olursak:

devamı için tıklayın

Nörodejeneratif Hastalıklar ve Bu Hastalıklara Karşı Korunma Yolları

Nörodejenerasyon, beyinde “ilerleyerek gerçekleşen sinir hücresi (nöron) ölümü” anlamına gelmektedir. Nöronlar, beyin ve omuriliği içeren sinir sisteminin yapı taşlarıdır. Nöronlar, normal şartlarda kendilerini çoğaltmaz veya yenilenemez; bu nedenle hasar gördüklerinde veya öldüklerinde vücut tarafından yenilenemezler. Beynin hücreleri birbirleri ile yakından bağlantılı ve çok karmaşık bir yapıya sahip olmalarından dolayı, beyindeki küçük bir bölgedeki yanlış iletişim, diğer beyin aktivitelerini ve tüm vücudu etkileyebilecek sorunlara yol açabilmektedir [1]. Beyindeki veya periferik sinir sistemindeki sinir hücreleri bozulduklarında, işlevlerini kaybettiklerinde veya öldüklerinde, nörodejeneratif hastalıklar ortaya çıkar. Bu hastalıklar bireyin hareketini, konuşmasını, hafızasını, zekasını ve çok daha fazlasını etkileyebilir [2]. Nörodejeneratif hastalıklar arasında bunama, Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı ve Huntington hastalığı yer almaktadır [3][4]. İnsan ömrünün uzamasıyla birlikte, nörodejeneratif hastalıkların görülme sıklığı da artmaya başlamıştır. Nörodejenerasyon ve bunamanın temelini oluşturduğu yaşlanma durumu, vücuttaki tüm organları etkilemekle beraber, kısmen kanımızda kodlandığı düşünülmektedir. Kan dolaşımındaki faktörler yaşlanmayı ve beyin de dahil olmak üzere organların yenilenmesini etkilemektedir. Bu faktörleri, kökenlerini, fonksiyonlarını ve bunlara etki eden maddeleri keşfettiğimizde yaşlanma ile ilgili pek çok problemin çözülebileceği düşünülmektedir.

devamı için tıklayın

D Vitamininin Eksikliğinin Belirtileri, Beslenmedeki Önemi ve Vejetaryenler İçin D Vitamini Kaynakları

D vitamini eksikliği dünya çapında en sık görülen ancak çoğunlukla fark edilemeyen besin eksikliklerinin başında gelmektedir [1][2]. Risk altındaki kişiler arasında yaşlı bireyler, yıl boyunca güneşli günlerin az olduğu yerlerde yaşayan veya yeterince gün ışığına maruz kalamayanlar, hayvansal gıda tüketmeyen veya tüketmekten kaçınan kişiler yer almaktadır. Eksiklik semptomları çok belirgin olmadığından kişiler yaşam kalitelerinin ne kadar düştüğünün çoğu zaman farkına varamamaktadırlar. Bu belirtilerin arasında; sıklıkla hasta olma, yeterli uyku alındığında bile yorgunluk halinin devam etmesi, sırt ağrıları, devam eden depresyon durumu, yara iyileşmesinin yavaşlaması, saç dökülmesi ve özellikle yaşlılarda kemik kaybı-erimesi yaşanması gibi pek çok sağlık sorunu yer almaktadır [3][4][5][6][7][8].Dengeli Beslenmenin Vitamin Verimi Açısından Önemi Ruh ve beden sağlığınızı ideal seviyelerde tutabilmeniz için vücudunuzun ihtiyaç duyduğu besinleri düzenli ve gerektiği miktarlarda alabiliyor olmanız önemlidir. Besinlerden alınan vitamin ve mineraller genellikle tek başlarına çalışmadıklarından, bu maddelerin alımlarını dengelemek gereklidir. Ayrıca yine bu maddelerin beraber çalışıyor olması, birini fazla aldığınızda diğerlerinin eksikliğine neden olabilmektedir. Yapılan araştırmalar, yağda çözünen vitaminlerin birlikte çalıştığını ve D vitamini alırken A ve K vitamini alımınızı optimize etmenin çok önemli olduğunu gösterip bu düşünceyi de desteklemektedir [9][10].

devamı için tıklayın

Japon Madımağının Faydaları

Japon madımağı; kuzukulağıgiller ailesinden, otsu, çalı şeklinde çiçekli bir bitkidir. Japonya ve Çin’e özgü olan bu bitki, İngiltere’ye bahçe süs bitkisi olarak kullanılmak üzere getirilmiştir. Diğer bitkilerin gelişimini olumsuz yönde etkilemesinden dolayı bahçeciler tarafından çok sevilmezken; bitki uzmanlarınca bu yayılmacı özelliği, bitkinin içerdiği resveratrol, emodin gibi etken maddelerden ötürü olumlu bir özellik olarak görülmektedir [1][2]. İltihap önleyici özelliklere sahip popüler bir antioksidan olan resveratrol, üzümde de bulunur ve vücuda alındıktan sonra kullanılmak için “trans-resveratrol” formuna dönüştürülür. Japon madımağındaki resveratrolün, hızlı ve kolay emilimi yapılabilen trans-resveratrol halinde olması, ilgiyi üzerine toplamasını sağlamış ve hakkında pek çok araştırma yapılmasını sağlamıştır [3].

devamı için tıklayın

Viral Hastalıklara Karşı Yemişlerin En Güçlüsü: Mürver

Mürver, Türkiye’de yaygın bulunan haliyle kara mürver, tüm dünya genelinde alternatif ve modern tıpta en geniş alanda kullanılan şifalı bitkilerden biridir. Eski Mısır’da yanık gibi cilt hasarlarını tedavi etmede kullanılırken, yerli Amerikalılar tarafından enfeksiyonları azaltma amacıyla kullanılmıştır. Avrupa’nın pek çok bölgesinde hala ev yapımı ilaçların hammaddesini oluşturmaktadır [1]. Tıbbın babası olarak kabul edilen Yunan bilim insanı Hipokrat’ın, bu bitkiyi pek çok çeşitli hastalığı tedavi edebilmesi nedeniyle “ilaç sandığı” olarak nitelendirmiştir ve günümüzde de gribal hastalıkları tedavi edebilme yeteneğiyle dikkat çekmektedir [2].

devamı için tıklayın

Kanserden Şeker Hastalığına Pek Çok Derde Deva: Enginar

Enginar, güçlü antioksidanlar ve prebiyotikler içeren harika bir besin ve tamamlayıcı bir gıdadır. Diyetinizi pek çok yönden iyileştirirken; karaciğer ve sindirim sistemi üzerindeki besleyici etkileri sayesinde kalp hastalıkları ve kanser gibi ciddi rahatsızlıkları da önlemeye yardımcıdır. Tarih boyunca mide problemleri, gut hastalığı ve diyabeti tedavi etmek için kullanılmıştır [1]. Enginarın mineral içeriği yüksektir. Ayrıca C vitamini, lif, inulin ve polifenoller içerir. Yetiştiği toprak, iklim bitkinin mineral içeriğini etkiler. Enginar kalbi, bitkinin genellikle en yaygın olarak bulunan ve en çok tüketilen kısmıdır ancak aslında yapraklar enginardaki en güçlü besinlerin saklandığı yerlerdir. Tedavi etkisi olan polifenolik bileşikler çoğunlukla yapraklarda bulunur ve bitkinin aktif özelliklerinden sorumludur. Bu nedenle, enginar yaprağı ekstreleri, enginarın kendi başına yemesinden daha fazla sağlık yararına sahiptir [2]. Enginar özleri temel olarak bitkisel ilaçlarda kolesterolü düşürmek, karaciğeri korumak ve bakteri ve mantarlara karşı savaşmak için kullanılır.

devamı için tıklayın

Propolis Bileşenleri ve Kullanım Alanları

Arılar, arı kovanını inşa edebilmek için balmumu ve diğer salgıları, kavak ve kozalaklı ağaçların tomurcuklarından topladıkları reçinelerle karıştırarak “propolis” adı verilen maddeyi üretirler. Propolisin içeriğinin %50 sini reçine, %30’unu balmumu, %10’unu yağlar ve kalanını polen oluşturmaktadır [1]. Bu reçineler doğal antiseptik özelliklere sahiptir. Propolis, bir antioksidan çeşidi olan “flavanoid”ler bakımından zengindir ve uzun yıllardır akne, kanser, grip, osteoporoz ve tüberküloz gibi pek çok hastalığın tedavisinde kullanılan doğal bir maddedir. Yapılan araştırmalar, propolisin antiviral, anti-tümör, mantar ve iltihap önleyici nitelikleri dahil olmak üzere birçok iyileştirici özelliğe sahip olduğunu göstermektedir [2]. Propolis, antikor üretimini uyararak bağışıklık sistemini güçlendirmektedir [3]. Bu sayede grip gibi viral hastalıklara karşı koruma sağlamaya yardımcı olmaktadır. Bazı araştırmacılar insanlarda ve hayvanlarda deri yanıkları, yaralar, uçuk ve enfeksiyonlardaki etkilerini test etmiş ve umut verici bulgular elde etmişlerdir [4][5]. Diş çürümesini önlediğine dair bulgular da mevcuttur [6][7]. Alternatif ve Tamamlayıcı Tıp Dergisi’nde yayınlanan bir çalışmaya göre, propolis küçük çaptaki yanıkların iyileşmesini teşvik edebilmektedir. Araştırmacılar, propolis bazlı bir cilt kremi ile cilt yanığı tedavisinde kullanılan ilaçların etkilerini karşılaştırmış, her ikisinin de benzer şekilde etkileri olduğunu bulmuşlardır [8]. Araştırmalar, propolisin ülseratif kolit, gastroimtestinal kanserler ve ülserler de dahil olmak üzere pek çok sindirim sistemi bozukluğunun tedavisinde yardımcı olabileceğini düşündürmektedir. Propolisin içeriğindeki “kafeik asit fenil ester”, “kaempferol”, “galangin” gibi bileşenlerin hastalık etkenlerini (patojenleri) etkili bir şekilde ortadan kaldırdığı gözlemlenmiştir [9]. Tüm bunların yanında son zamanlarda propolis ile diyabet arasındaki ilişki de araştırılmaya başlanmış ve olumlu sonuçlarla karşılaşılmıştır.

devamı için tıklayın

Avokado Yağı ile Cilt Bakımı Önerileri

Avokado yağı mutfaktaki kullanımıyla tanınırken, cilt bakımına da katkıda bulunabilir. Yağ omega-3 yağ asitleri ve A, D ve E vitaminleri ile dolu olduğundan birçok krem, nemlendirici ve güneş koruyucunun bileşenlerinden biridir. Avokado yağını doğrudan cildinize uygulayabilir veya favori güzellik ürünlerinizle karıştırıp kullanabilişiniz. Temel faydası ciltteki nemi arttırmak olduğu için yağlı cilde sahip kişilerin kullanması çok tavsiye edilmemektedir. Ayrıca cilt tarafından hızlıca emildiği için geride yağlı bir his bırakmamaktadır.

devamı için tıklayın
 
Önceki | Sonraki

Alışveriş Sepetim